4 Eylül 2013 Çarşamba

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu'nun "2014 Adli Yılı" açılış töreninde yaptığı konuşma üzerine....

Cumhuriyet 03.09.2013
BİLİM VE SİYASET
Orhan Bursalı
Feyzioğlu’nu Dinleme Azabı
İktidarın adli dönemin açılışlarını vb. kaldırmak için hemen yasal girişimlere başlamasını bekliyorum! Nedir o öyle, hem gel otur hem de eleştirileri dinle!
Bir de 30 Ağustos Zafer Kutlamalarını.. nedir bu öyle.. her sene her sene...
Ama önce ilkine değinelim...
Fotoğraflara bakıyorum, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı... Metin Feyzioğlu’nu dinliyorlar... Feyzioğlu kim? Türkiye Barolar Birliği Başkanı... Profesör Dr. Avukat Feyzioğlu, geçen seçimlerde çok başarılı bir birleştirici politikayla başkan seçildi.
Baro Başkanı olarak, ülkemizde yaşadığımız hukuksuzlukları, tabii öncelikle avukatların uğradığı hukuksuzlukları, yasa çiğnemelerini anlattı da anlattı. Kimlere? Bu hukuksuzluklarda siyasal olarak sorumluluğu taşıyanlara... Doğrusu bulunmaz bir fırsatmış...
Neler söyledi, gazetede göreceksiniz. Ama birkaç satırının altını da ben çizeceğim, çünkü bu zalim hukuksuzluk döneminin en iyi tanıkları, sanıkların yanı sıra avukatlardır ve onlar yiğitçe demokrasi ve hukuk mücadelesi veriyor: 
* Avukatlar görevlerini yaparken, baskıya, engellemelere tacize maruz kalıyorlar ki bunların hepsi suç... Güvenlikleri bizzat devlet kurumlarınca tehdit ediliyor... Savunmalarını yaparken “yazılı ve sözlü taleplerinde hukuki ve cezai” önlemlerle karşı karşıya kalıyorlar... “Müvekkilleriyle iletişimlerinin gizliliği gibi ilkeler ihlal ediliyor...” 
* Adil yargılama hak getire... Mahkemelerin, yargıçların bağımsız ve tarafsızlığı hak getire... Adalet dağıtımı hak getire...
* Devlet için devlet var; benim hâkimim, senin hâkimin sınıfları oluştu ve herkesin hukuk güvenliği tehdit ve tehlike altına girdi... Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, hâkim bağımsızlığını, hâkim ve savcı teminatını sağlayamıyor...
* Alabildiğine açılan hukuk fakülteleri, yeterli eğitimi veremeden mezunlar veriyor... hizmetin kalitesi düşüyor... pek çok yönden antidemokratik, vesayetçi, mesleğimiz açısından çağın gerektirdiği ihtiyaçları karşılamaktan uzak avukatlık yasası Meclis’te gece yarısı operasyonlarıyla değiştirilmemeli, katılımcı süreç işletilmeli...
* Demokratik hukuk devletinde, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü egemendir... 
Milli İrade, çoğunluğun azınlığa tahakküm ettiği, siyasi iktidarın her kurumu ele geçirdiği ve yaşamın her alanını düzenlemeye soyunduğu, insanların yaşam biçimine müdahale edemez ettiği dönemlerdeki içeriğe sahip olamaz... Milli irade, demokratik uzlaşma kültürüdür, katılımcı demokrasidir, geçici bir çoğunluğun geçici bir azınlık üzerinde mutlak egemenlik kurmasının önlenmesidir; nasıl yaşayacağını, hangi okula gideceğini, hangi inanca sahip olacağını, nerede ibadet edeceğini, hangi ahlak kuralını benimseyeceğini kişilere dayatmaya kalkışmamasıdır. 
* Ülkemizde ve dünyada; barışçıl gösteri hakkını kullananlara şiddet uygulanması, göstericilerin gerçek mermilerle, hedef gözetilerek sıkılan gaz bombalarıyla, plastik mermilerle veya kimyasal madde karıştırılmış tazyikli sularla öldürülmesi ya da yaralanması ağır bir suçtur.
* Demokrasilerde “seçim sandığı” kuşkusuz vazgeçilmezdir. Ancak demokrasi, sandıktan sandığa oy vermekle sınırlı bir rejim değil, bir yaşam biçimidir. Demokratik hukuk devletinde, siyasi iktidar, parlamentodaki çoğunluğu ne olursa olsun hukuk kurallarıyla bağlı olduğunu bilir.
* Kürt sorunu, esasen demokrasi, özgürlükler ve insan hakları sorunudur. Kalıcı çözüm, yalnızca anayasada değil uygulamada da eşit yurttaşlığın sağlanması, ayrımcılığın önlenmesi ve başka ayrımcılıklara yol açacak etnik temelli her türlü ayrıcalıktan kaçınılması yoluyla sağlanabilir.
***
Feyzioğlu hemen her temel konuda demokratik bir tutum aldı.. Uzun konuşmasını bulup okuyun derim...
Ülkeyi yönetenlerin hepsi bunları dinlemek zordunda kaldı. Yüzleri asıldı tabii. RTE sorulara bile yanıt vermeden ayrıldı.
Derim ki, bir daha böyle bir zorunlu dinlemeye uğramamak için, alınacak önlemleri görüşmek üzere derhal ofisine gitmiştir.. 
Bilemem tabii!
Bir nokta daha: Birkaç ay önce Mümtaz Soysal, yazısında, Metin Feyzioğlu’nu Cumhurbaşkanlığı’na aday göstermişti! Anımsayan var mı!?
‘Afyon Ovasına Atlayacaktı’
Gelelim şu “bıkkınlık getiren” Zafer Bayramı kutlamalarına.. ne o öyle her yıl her yıl.. insan bıkmaz mı!?!?
AKP’nin üstelik Afyon Milletvekili Halil Ürün, zafer törenlerinin önümüzdeki yıllarda kaldırılması gibi “müsbet bir gelişme” olur umudunu ilan etti: “Ömrümüz boyunca bunları mı yapacağız”.
Hem de nerede? Afyonkarahisar’da! Efendim, bu, “hayatın kendisinde olan değişim ve gelişim”in de gereği imiş! Fotoğrafına baktım, bunu söyleyenin kişisel gelişim endeksini merak ettim!..
Afyon ki, Kurtuluş Savaşı’nın ateşinin yakıldığı yerler arasında özel önemi var ve kaç bin Afyonlu Halil Ürün gibilerin rahat ve bir vatan birliği içinde yaşaması için canını verdi?
“O, saati sordu.
Paşalar: ‘Üç’ dediler
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı...”
Afyonlu Ürün’ün Nâzım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı destanından bile haberdar olduğunu sanmıyorum.. Afyonlulara havale edelim..
AKP neler doğuruyor!

4 Haziran 2013 Salı

Bir Ağaç, KALAS Değildir.. Necati ÇAVDAR

Bir Ağaç, KALAS Değildir.. 
O Bir Kanaat Önderi: Necati ÇAVDAR
Bir ağaç sadece ağaç; denilip geçilen bir şey değildir.
O, oksijendir.
O, barınaktır..
O, sığınaktır.
O, yeşildir.
O, toprağa tutunmadır.
O,  hasılı bir, can komple bir hayat..Bir alemdir.
Sen bir zamanların mağduru iken, zalim oluyorsun.
Gidip şu yaz başında yuvasında cıvıldaşarak ana bekleyen yavruların, yuvasını yıkıyorsun
Sen,  buldozerlerle kendine sığınan kurdun-kuşun, börtü –böceğin mekânını yerle bir ediyorsun.
Bir avuç vicdan sahibine, gestapo taburları gönderiyorsun..
Bu zulüm, değil de nedir…?
Sen iki ihtiyarın serinlemek için dibine çömeldiği, huzura  dinamit koyuyorsun..
Sen, evimin önünde yeşil var diye umutlanan ve onca para ödeyenlerin umudunu tüketiyorsun.
Sen; oralarda aşk, kavga, sevda, kin, umut, hülya her ne varsa yaşanmışların, hatıraların köküne kezzap döküyorsun.
Sen yüzyılların ortaya koyduğu bir yapıyı, kökünden sökerek tarihe meydan okuyorsun
Bunlara hakkın var mı?
Onu meydana getiren, onu diken…
Mevcut çevreyi; mekan, malzeme ve mimarisiyle ortaya koyanların eserine müdahaleye, hangi akıl ve hakla sahip oluyorsun.?
Evet, meri kanunlar belki sana bu hakkı verir. Fakat ilahi, tabiii ( şeri ) kanunlar bu hakkı sana vermez.
Yetkin ve sıfatın ne olursa olsun vermez.
Zira  o ağaca tüneyen  serçenin de,  başında ötüşen kumrunun da.. Karşıdaki avını gözleyen karganın da …
Dallarlında gezen karıncanın da..
Çevrede mülkü olup da ona bel bağlayanların, belki yüz yıllar sonra doğacak çocuklarının da..
Hiçbir ilgisi olmasa da  sadece bir kez geçerek birine merhaba diyenlerinde hakları var..
Sen yüzyıllar önce dikilen bir taşı, sütunu kaldırmaya hakkın yok ise Gezi parkını yada başka bir yapıyı  kazımaya hiç hakkın yok.
Ne yapacaksan git başka yerde yap.
Yapacaksan kazıyarak, yok ederek değil.
Yaşatarak, koruyarak çoğaltarak yap..
Hatta mevsimine  dikkat ederek yap..
Tıpkı diktatör Kamal ağa gibi her şeyi silerek, kazıyarak yeniden inşa değil…
Var olanın üstüne koyarak, yaşatarak, paylaşarak, danışarak, ikna ederek inşa daha sağlıklı.
Daha önemlisi adaletle hükmederek, yapabilmek adamlık.
Kamu gücünü elene geçirip, gariban serçeye, birkaç çiçeğe savaş açmak neyin nesi…
Elbet, onunda KORUYUCUCUSU – GÖZETENi olduğunu nasıl unutursun…?
Akılla doğruyu bulamıyorsan..
Gerekirse karşına mazlumları,  hatta  daha zalimleri çıkararak dize getirir..
Güvendiğin en seçme zalimler, en seçme yağdanlıklar bile mazlumun karşısında mum olur, dize gelir.
Geldi de..
Dizi olmayan, karşısında senin en zalim makinen TOMAlar durdu. Hatta kaçtı.
Sen, masum istek ve insanların arkasına sığınarak meydana çıkan;   daha  zalim ve  pusuya yatmış leş kargalarından parti binalarını hele hele  ata mirası mabetleri korumaktan acizken, neden gidip masum ve mazlum..
Şu İstanbul sıcağında ağzını açmış, biraz serinlik uman kuşların yuvalarını bozarsın.?
Çünkü ağaç, sadece bir KALAS değil, başlı başına bir alemi barındırır..
Kimi  “kalaslar”,  taşa duyurduğumuz  çığlıkları duymadı, duyamadı..Ama kalpleri taşlaşıp akıldan, insaftan uzaklaşanların; heveslerine uyarak, egolarına, dünyevi güç ve saltanatlarına dayanarak ağacında bir canlı olduğunu unutup,  yemyeşil elbiseye büründüğü, çiçeğe, meyveye durduğu, yorgun bedenlerin altında gölgelendiği bir dönemde değil balta vurmak, onları buldozerlerle kökünden kazımak istediler.
Bir ağaç diye bakıp savaştığın alem; dar geldi, savaşı tüm ülkeye yaydın..
Evin sayılan partin tarumar edilip,  hak ile yeksan edildi, en kutsalın bildiğimiz mabedin çiğnendi/çiğnettin..!
Masum ve mazlumlara “Adaletle” yaklaşmayıp  memleketi,  meydanları; pusuda bekleyen anarşiste/anarşizme, sırtlanlara teslim ettin..
Ben burada ..
Sen ..
Zulümlerin zirve yaptığı..
Marip’de.. Kızıllıklar  ülkesinde…  Marakeş’de ..
Pön’ün mağruru Aniballar, Kartacalar bi şeyler hatırlatır mı..
Daha güzelini yapmak için bi Haziran günü Neron’un tümünü ateşe verdiği  Roma, Afrika kıyılarından görünür mü ..
Görebilen bulunur mu?
Bilmem..
Fakat;
Kukaların, kulların, bu gün  senden nemalanan , en kısa zamanda seni terk edecek olanlar SÜR dese de, akıl, vicdan..
En önemlisi; Maripten Maşrıka, bütün aleme,  halkın vicdanına  hükmeden, istediği zaman  Ebabilleri gönderen, senin zulmüne yeter ve  DUR diyor..
Zira o, yok etiğin yeşilin, ağacın, kuşun, kurdun sahibi var..     
Unutma ki, ağaç sadece bir KALAS değildir.
Hoş kalas olsa da nice işlere yarar, nicelerine barınak olur.
Anlayana…
04. Haziran 2013
Necati Çavdar

30 Mayıs 2013 Perşembe

bir "hukuk utancının" 53. yılı

(TIKLA LİNK) :: Türk Milleti'nin reddettiği ihtilâl!..

İddiacı ve iftiracılar bilsin ki!..
Mustafa Nevruz SINACI
27 Mayıs, Türk Dünyası’nın büyük kırılma, Milli Mücadele düsturu, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbını ilga, şerefli maziyi hafızalardan silme teşebbüsü ve yakın Türk tarihinin en elemli kâbusudur. Bu uğursuz şeamet ve bedhahların bekraundu üzerinden 53 yıl geçti. Ama halâ acıtan, ıstırap veren ve henüz tedavisi kabil olmamış, kamu vicdanında kanayan bir yara..
Bu nedenle, sulbünün (zürriyet, soy, sülale) üstüne mezar toprağı ve nifak tohumları serpilen, geleceği karartılan ve makûs bir talihe mahkûm edilen millet; hâlâ gaflet, (paralize) dalâlet ve şeamet uykusundan hıyanete uyanamadı.
Aradan geçen 53 yıla rağmen, ne siyaset ve ne de kadim millet 27 Mayıs’ın muzlim karanlığından aydınlığa çıkamadı... Aslen ihanet şebekelerinden olup, zahiren Atatürkçü görünen sahtekârların ve dini siyasete alet ederek, vurguna soyunanların farkına varamadı!
Dahası, tıpkı “ilâh, silâh ve ilâç tüccarlığı” yaparak insanlık âleminin kanını emen emperyalist vampirler ile vahşi kapitalistler gibi; ‘İleri demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk’ söylemleri ile sözde ‘barış, helâlleşme ve kardeşlik’ adına açılımlar yaparak; Asil ve kadim Milleti dönüştürüp bölmeye kalkışan simsarların oyunlarını da idrak edemedi!..  
Lâkin Darbeleri Araştırma komisyon faaliyette… Bizce son derece haklı, doğru ve yerinde; Silsile-i meratip ve meşru müdafaa dâhilinde (emir ve komuta zincirinde) vaki 12 Eylül yargıda. Demokratlar olarak şiddetle karşı olduğumuz, nefretle kınadığımız 28 Şubat ise; milyarlarca dolar soygun, vurgun ve aleni yolsuzluğa-soysuzluğa rağmen, asli failleri ‘mağdur’ hanesine duhul edilerek “siyaseten” mahkemede.. Bu bir çelişki ve kepazeliktir.
Soygun-vurgun erbabını sigaya çekmemek; Adalet ve milletle alay etmektir. Zira 28 Şubat, tam bir “hesaplaşma - yüzleşme, tüyü bitmemiş yetimin, masum ve mazlumun hakkını tahsil ve tazmin” biçiminde muhakeme edilmedikçe, üstüne sinen şaibe asla kalkmayacak ve kamuoyunda: “28 Şubat aslında, Milli Görüş’ü iktidara taşımak için sahnelenmiş menfur bir oyun ve tezgâhtır” şüphesi zail olmayacaktır…
Öyle ise, hükümet, hesaplaşma ve yüzleşmeye ‘doğru yerden’ başlamak zorunda idi. Geçmişle yüzleşmek ve darbelerle hesaplaşmak: TC’nin çökertilerek, düşürüldüğü yerden kaldırılmasına matuf olmak üzere; Sorgulama ve yargılamaya 27 Mayıs isyanı ile başlamak şarttı. Geç değil. Nasıl olsa kurulu bir komisyon var. “Niyet hayr, akibet hayr” hakikatinden hareketle; Eğer, en kısa sürede 27 Mayıs yargı önüne çıkartılır ise amenna! Değilse, tüm olup bitenler, yukarda ifade edildiği gibi düzmece, lânetli mbk cuntasının kurmaya cüret ve cesaret gösteremediği; İstiklâl Mahkemelerinin zıttı “İnkılâp Mahkemelerinin” zımnen ya da fiilen devreye sokulması gibi bir yönelim anlamına gelir..
27 Mayıs Nedir? 
Bir ihtilal midir? 
Darbe midir? 
Fiili durum mudur?
Öncelikle bu olayın hukuki adını koyalım. Bana göre 27 Mayıs olayı, bilinçli bir Ordu hareketi değildir! Dolayısıyla Şerefli Türk Ordusunu bu bühtandan uzak tutmak şart.. Her ne kadar 27 Mayıs isyanı, asker libasına bürünmüş sergerdelerce alçakça icra edilmiş olsa bile; Mezkür kalkışmada emir-komuta zinciri bulunmadığı cihetle, menfur olayın ordu iradesiyle vuku bulduğunu iddia etmek abestir. Çünkü o günün yasal Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ve bütün Kuvvet Komutanları; Atatürk ve Türk Milleti adına hareket ettikleri yalanını kullanan menfur isyancılar tarafından “kalleşçe” tutuklanmıştır.
Ancak!.. 
Bu gün, bu cihetle Silivri davalarını eleştirenler bilmelidir ki:
27 Mayıs günü ordumuzda 260 general görev yapıyordu. Bu generallerin 235’i, hain isyancılar tarafından emekli edildi. Çoğunluğu albay, yarbay ve diğer kademelerden olan 13 Bin subay Maarif Bakanlığı (MEB) emrine verildi. Tazminatları ABD tarafından karşılanan 5 bin Subay ordudan uzaklaştırıldı. Sonuç: Generaller dâhil, Türk Ordusu’nun tasfiye sürecinde 235 + 13 000 + 5 000 = 18.235 Subay, Üst Subay ve General ile 1936 askeri öğrenci olmak üzere: 18.235 + 1.936 = 20.171 askerin “Milli Ordu” ile ilişiği kesilerek, menfur bir temizlik ve tasfiye hareketi ile; Şerefli Türk Ordusu “Peygamber Ocağı” dumura uğratılmak istendi...
Ödenmekte olan bedel...
Mustafa Nevruz SINACI
Nitekim bundan sonraki aşamalarda sırasıyla 1111 Sayılı kanun, Yönetmelik, tamim, talimat ve yönergelerde yapılan meş’um değişikliklerle önce: Asker kişilerin yabancı uyruklu (gayrimüslim) kadınlarla evlenme yasağı; Azınlıklar üzerindeki (lüzumlu ve zorunlu) kısıtlar; Nesebi gayrisahih olanlar için uygulanan tedbirler; Askerlik mesleğine katılmada aranan “alt ve üst soyda fahişelikle müştegil mazarrattan ariyet; Süfli işlerle uğraşan akraba ile mukarreb olmamak;, Müslüman bir soy lüzumu gibi özel, önemli, hayati ve özellikle görev stratejisine münhasır zorunlu şartların ilgası ile Türk Ordu’suna çok büyük darbeler vurulmuş olmakla;
1960’dan sonra Harp Okullarından itibaren Ordu’da: Merkezi yurtdışında yer alan bir Yahudi tarikatı masonluk ile menfur türevleri lions ve rotary kulüp üyesi kripto, sabe, dönme ve devşirmelerin (Peygamber Ocağı’nda) makam-mevki, yetki ve rütbe sahibi oldukları büyük üzüntü ile müşahede olunmuştur. Derdest olan davalara bakıldığında ise: Hiç biri Milli Ordu ve kutsal askerlik mesleği ile bağdaşmayan casusluk, fahişeler ve/veya fahişelikle iştigal, din düşmanlığı, terör ve tedhiş örgütü ile iştirak ve işbirliği., gibi utanç verici suç ve suçlamalarla yargılananların varlığı korkunç bir şeamettir. İşte bu şeamet, ihanet, gaflet ve dalalet 27 Mayıs isyanının doğurduğu lânet, elim felâket ve melânetin beklenir sonucudur.
Bu organize teşekkül ve teşebbüs, tıpkı Osmanlı’da Patrona Halil ve Milli Mücadele öncesi mütegallibenin Ordu’yu tasfiye girişimi gibidir. Atatürk’ün 1924 (1928) Anayasasının ilgası; TBMM’nin kapatılması ve Cumhuriyetin kesintiye uğratılması gibi “tam hukuksuzluk” haline rağmen CHP’nin tek taraflı olarak kapatılmaması; Aleni iştirak ve işbirlikçiliktir.
Anayasa Mahkemesinin 1963/83 sayılı iğrenç Tedbirler Kanunu’nun, sözde özgülükçü olduğu iddia edilen 1961 a.yasasına aykırı olmadığına karar vermesi; yasanın1. Aydemir artçı darbe girişiminin akabinde çıkması; Yasayla, kadim DP lehi ve 27 Mayıs aleyhine beyan ve ifade suçtu. Konuşan ve yazanlar 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaktı. Eğer yasa, 1961 anayasası ile uyumlu ise malum ve mezkür anayasa özgürlükçü olabilir mi?
Elbette olamaz. Zira aynı anayasa Demokrasi, insan hakları, adalet ve hukukun askıya alarak; Bütün Anadolu’da infaz timleri ve toplama kampları kurulmasına; kadim DP evrakının müsadere ve partinin “usulen tefhim” daha açık bir ifade ile belâ savma bab’ından bir dava ile re’sen kapatılmasına mütedair karşı tedbir veya evrensel hukuk hükümlerine dair amir bir atıf içermemekle; Bil’âkis., Ata-Türk ilkeleri ve Türk İnkılâbının “Hâkimiyet Kayıtsız ve Şartsız Türk Milletinindir” emri icabı “devlet idaresinde, millet iradesinin hâkim unsur” olarak kabul, ilân ve tesciline dair hükmü yok sayarak; Bazı antidemokratik sulta ve cuntalardan müteşekkil vesayet kurumları ihdası ile “devlet ve halk düşmanı statükoyu” oluşturmuş bulunmaktadır. 
SONUÇTA: Bir ülkede hem darbe, hem cunta, hem de Cumhuriyet olmaz. Bu yüzden 27 Mayısla birlikte Türkiye Cumhuriyeti sona ermiştir. Meclis kurulduğunda ilk söylenen söz, ‘TBMM her gücün üstündedir’ olmakla; 27 Mayıs isyancılarının Meclisi ortadan kaldırmaları, asi ve gayrimeşru olduklarının karinesidir. Dünyada Meclisin olmadığı ve fakat Cumhuriyetle yönetilen hiçbir ülke yoktur. Dolayısıyla 27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti'nin cebren, vatana ihanet, silâh ve hile ile ortadan kaldırılmasıdır. Cemal Gürsel'in "Kurucu Meclis"in açılışında söylediği, "Bugün burada ikinci Cumhuriyeti kuruyoruz" sözünü unutmayın!..
            Bununla birlikte hem darbe yapıp, hem Atatürkçülük iddiaları palavradır. Hiçbir güç hem darbeci, hem de cumhuriyetçi ve Atatürkçü olamaz. Darbe, ancak "faşist", "saltanatçı" bir anlayışın ürünüdür. Tutarlı olmak istiyorlarsa, en azından açıkça “biz faşistiz" demeleri gerekirdi. Ancak o zaman, fikren tutarlı oldukları düşünülebilir. Bunun dışında söyledikleri her söz yalan, bütün iddiaları iftira, tefrika ve palavradır.
Gerçek şu ki: Menfur 27 Mayıs fetret ve nefret kalkışmasının acıları henüz bitmemiş ve yaraları sarılmamıştır. Kamu vicdanı hâlâ “iştirak” cuntasının illegal lideri İsmet Paşa’ya koşup giderek: "Paşam emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur" diyen kriptolar ve tam bir mürailikle "Ne içindeyim, ne dışındayım" cevabını veren bedhahtan müştekidir. Biline!..
Demokrasi, adâlet, siyasei fazilet, hak ve hukuk Şehid'lerimizi; Rahmet, minnet, saygı ve şükranla anıyoruz. Aziz ve mübarek Rûhları şâd olsun...

18 Mart 2013 Pazartesi

Ankara Barosu Başkanı Avukat Metin Feyzioğlu


Ankara Barosu Başkanı Avukat Metin Feyzioğlu’nun İstanbul Barosu’nun Olağanüstü Genel Kurulu’nda Yaptığı Konuşma - 17 Mart 2013

Sayın Divan Başkanı ve Üyeleri,
TBB'nin Sayın Başkanı ve Yöneticileri, 
İstanbul Barosu’nun Sayın Başkanı,
Sayın Baro Başkanları, 
Yerli ve yabancı sivil toplum örgütlerinin temsilcileri,
Sayın Meslektaşlarım,
Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi Ankara Barosu adına, Baromuzun Ankara’dan destek için gelmiş bulunan 500 civarındaki mensubu ve yürekleri burada olan binlerce meslektaşımız adına saygıyla selamlıyorum. 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bulunduğu belki de en olağanüstü dönemle karşı karşıyayız: Doğrudan avukatların ve mesleğin hedef haline getirildiği,   demokrasinin askıya alındığı ve Cumhuriyetin yok edilmek istendiği bir dönem. 

Biz de bu olağanüstü dönemin olağanüstü tehditlerine cevap olarak İstanbul Barosu'nda olağanüstü genel kurulumuzu gerçekleştiriyoruz. Dikkat ederseniz “biz” dedim, “gerçekleştiriyoruz” dedim. Çünkü İstanbul’a veya içimizden birine yapılmış olan, hepimize yapılmıştır ve bunun cevabının da hepimiz tarafından verilmesi gerekir. 

Değerli Meslektaşlarım, Sayın Dinleyenler,

İstanbul Barosu ne yapmıştır? İstanbul Barosu, görevini yapmıştır. İstanbul ili sınırlarında yaşanan ve trajik boyutlara ulaşan bir hukuksuzluğa karşı çıkmıştır. TBMM tarafından insan haklarına aykırı uygulamalar yaptığı, demokraside yeri olmadığı gerekçesiyle kaldırılmış, ancak bir hukuk garabeti teşkil edecek şekilde elindeki işleri bitirmesine izin verilmiş bir mahkemeye, savunma hakkına saygı göstermesini hatırlatmıştır. Aslında, tarihe not düşmüştür. 

Konuya esastan baktığımızda ortada suç teşkil eden bir eylem olmadığı açıktır. Baro yönetiminin düştüğü yönündeki iddialar da açıkça hukuka aykırıdır. Bu hususlar gerek İstanbul gerek biz dahil pek çok baro tarafından ayrıntılarıyla açıklanmıştır.  Bir cümleyle açıklamak gerekirse: İstanbul Barosu, mesleğin varlık sebebi olan savunma hakkını korumuştur.

Buradan herkese, tüm Türkiye’ye sesleniyorum: Savunma hakkını, mesleği, insan hakları ve demokrasiyi koruma mücadelesinde Ankara Barosu ve İstanbul Barosu daima birlikte olmuştur; birlikte olmaya da devam edecektir.
Avukatlar, müvekkillerinin haklarını savunur. Bir avukat, görevini yaparken kendini savunmak zorunda bırakılırsa, bu, hukuksuzluğun geldiği son noktadır. İşte bugün Türkiye’de geldiğimiz nokta budur. 

Şimdi soruyorum: Ne yapmalıyız? 

Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeye karşı birlik olmalı, kararlılıkla dik durmalı ve en önemlisi  mücadeleyi toplumsal zemine yaymalıyız. 
Gelin durumu tesbit edelim. Teşhisi doğru koymazsak, doğru çözümü bulamayız. İstanbul Barosu yönetiminin savunma hakkını savunmak zorunda kaldığı mahkemeden adil yargılama bekleyen var mıdır? Hayır!  İstanbul Barosu yönetiminin savunma hakkını savunması bir suç mudur? Hayır! Öyleyse baro yönetimi hakkında bu dava niçin açılmıştır? Bu sorunun cevabı, 2013 – 2014’de mesleğimizi ve Türkiye’yi nelerin beklediğiyle doğrudan ilişkilidir. 
Baskıcı rejimler varlıklarını devam ettirebilmek için, mutlaka bir düşmana ihtiyaç duyarlar. Türkiye’de siyasi iktidar ve bu iktidara bağımlı kılınmış yargı, kendine karşı en önemli direnç noktası teşkil eden baroları ve avukatları hedef almış; bizi, yeni düşman olarak hedefe koymuştur. Şu halde avukatlara ve barolara yönelik saldırıların artarak devam edeceğini öngörmek ve tedbir almak zorundayız. 

Yine önümüzdeki dönemde yabancı avukatlık ortaklıkları eliyle avukatlığı ele geçirmenin yasal alt yapısını oluşturma girişimleri devam edecektir. Nitekim bu husus, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun dahi önüne getirilmiştir. Amaçlanan, yabancı avukatlık ortaklıklarını anayasal güvenceye kavuşturmaktır. 

Bütün bunların ötesinde 2013-2014 döneminde “Ver padişahlığı, al özerkliği” şeklinde özetleyebileğimiz diktatörlük anayasası önümüze konulacaktır. Çözüm hukuk devleti, tam demokrasi, koşulsuz insan hakları; Edirne'de, İstanbul'da, Ankara'da, Diyarbakır'da, Şırnak'ta  aynı insan hakkı için aynı kararlılıkla ve hep birlikte mücadele. Çözüm, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın zulme uğrayanın yanında koşulsuz yer almak, pozisyon kollamamak, haksızlığa karşı pozisyon almak. 

Mesleğin yok edilmek, rejimin değiştirilmek, demokrasinin kaldırılmak istendiği bu süreçte, emperyal güçler ve onun Türkiye’deki temsilcileri, Cumhuriyetin, demokrasinin, hukuk devletinin ve insan haklarının savunulmasında en etkili güç olan avukatları ve baroları hedef almışlardır. İstanbul Barosu'na yönelik saldırıyı bu kapsamda değerlendirmek gerekir. 
Ancak bizi, yok edilmesi gereken düşman olarak hedefe koyanların bilmedikleri bir şey var.

Biz bir yemin ettik. Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına bağlı kalacağımıza, en değerli varlıklarımız üzerine, namusumuz üzerine and içtik. 
Biz avukatız. 
Biz hakimi hakim, savcıyı savcı yapan bağımsız savunmayız. 
Biz demokrasinin lokomotifiyiz. 
Çağlar boyunca toplumları biz özgürleştirdik.
Ve bizi susturmak isteyenler hiçbir zaman başarılı olamadılar. Bizim pusulamız Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi. Biz Atamıza ve Milletimize söz verdik. 
Biz bu mücadeleye baş koyduk. 
Biz "gerekirse canımızı da veririz” dedik. 
İşte bu kararlılıkla buradan Türkiye üzerine kirli senaryolar yazan tüm emperyal güçlere ve onların Türkiye’deki temsilcilerine sesleniyorum: 
Başaramayacaksınız!
Başaramayacaksınız!
Başaramayacaksınız...
***

Ankara Baro Başkanı Feyzioğlu'ndan Gizli Tanık Tepkisi


08 Kasım 2012 Perşembe - 01:36
YAZI BOYUTU: A A A

Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu,Ergenekon Davasında Gizli Tanık olarak Dinlenen Eski PKK Terör Örgütü Komutanı ve BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık'ın Kardeşi Şemdin Sakık'ın Mahkeme Tarafından "Gizli Tanık" sıfatı ile dinlenmesi ve Koruma altına alınmasını şiddetle eleştirdi

Ankara Baro Başkanı Feyzioğlu'ndan Gizli Tanık Tepkisi

Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu,Ergenekon Davasında Gizli Tanık olarak Dinlenen Eski PKK Terör Örgütü Komutanı ve BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık'ın Kardeşi Şemdin Sakık'ın Mahkeme Tarafından "Gizli Tanık" sıfatı ile dinlenmesi ve Koruma altına alınmasını şiddetle eleştirdi
Elektronik Haber Ajansı (e-ha) muhabirinin edindiği bilgiye göre, Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu'nun Açıklaması Şöyle: TERÖR ÖRGÜTÜ YÖNETİCİSİNE GİZLİ TANIK KALKANI VERİLMESİNİN HİÇBİR HUKUKİ VE VİCDANİ AÇIKLAMASI OLAMAZ
Şemdin SAKIK onbinlerce Türk askerinin, polisinin, kamu görevlisinin, öğretmenin, doktorun, küçük bebeklerin dahi katledilmesinden sorumlu terör örgütünün üst düzey yöneticisidir.
İddia edilen bir darbe teşebbüsünün yargılamasını yapmakta olan bir mahkemenin terör Örgütün üst düzey yöneticisine gizli tanık sıfatı vererek, onu koruma kalkanı altına alması, hukuki veya vicdani hiçbir gerekçe ile kabul edilemez.
Bu şahsın gizli tanık sıfatıyla tanık kürsüsüne çıkartılması; terörle mücadele görevlerinde bulunmuş asker ve polislerin; milletvekillerinin, gazetecilerin, siyasetçilerin yargılandığı bir davada kamu tanığı olarak dinlenmesi, Türkiye’yi bölmek için yıllardır en acımasız katliamları yapan terör örgütünün meşrulaşmasına ve ardından siyasallaşmasına hizmet edecektir.
Onbinlerce insanımızın katledilmesinden sorumlu terör örgütü yöneticisi şahıs, ismini açıklamasaydı, mahkemenin kendine sağladığı gizlilik kalkanından yararlanarak verdiği ifade, terör örgütünün toplumun gözünde meşrulaşmasını sağlayacaktı. İşte vahim olan buz gibi gerçek budur !
Bu yapılan, vicdanlarımızdaki yarası henüz geçmemiş olan Habur Vakası’nın daha da ileri düzeyde bir tekrarıdır.
6- Hiç kuşkusuz izahı hukuken mümkün olmayan söz konusu yargısal uygulama, terör örgütüyle canları pahasına mücadele eden kamu görevlilerinin mücadele azmini etkileyecektir.
Ancak Türk Milleti’nin sağduyusu, bağımsızlığına, özgürlüğüne, demokrasiye ve vatanına sarsılmaz bağlılığı her zamanki gibi üstün gelecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Çünkü Türk Milletinin görev belgesi Atatürk`ün Gençliğe Hitabesi’dir.

9 Mart 2013 Cumartesi

LİBERAL DEMOKRAT PARTİ SORUYOR!..



afis
DAVUTOGLU ESAD'IN IDDIALARINI NEDEN YANITLAMIYOR? 
Birkac gun once Suriye Devlet Baskani Esad, Turkiye ile sinirimizin  tumu PKK ve El Kaide teror orgutlerinin kontrolunde dedi. 
Dünyada her akli basinda ulkenin tuylerini diken diken edecek bu iddiaya Turk Disisleri Bakanligindan tek bir yanit, dogrulama veya red yorumu gelmedi.
Meclis'te temsil ediliyor olsak Bakan Davutoglu'na sorardik.
- Esad'in iddialari dogru mudur? Dogru ise bu gercek sizleri ulkemiz guvenligi acisindan endiselendiriyor mu?
Zira soz konusu her iki orgut de tum dünyanin uluslararasi teror orgutleri listesindedir.
- Esad'in iddialari dogru degil de yalan ise, malum diktatorler sik sik yalan soylerler, sinirin Suriye tarafi hangi guc veya guclerin kontrolundedir?
- Stratejik derinlik ongörüleriniz cerçevesinde, Esad rejimini devirmek isteyenlere destek verirken sinirimizda olusabilecek bu tur kaos ve tehlikeleri de onceden tahmin edip, dile getirmis miydiniz?
Cem Toker
Liberal Demokrat Parti 
Genel Baskani
Olası karakter sorununa önlem olarak yazının adresi:
HALK TOPLANTILARINA  HER PAZARTESİ 19:00'DA
SİZİ'DE BEKLİYORUZ
Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bitlis, Bursa, Eskisehir, G.Antep, İzmir, İstanbul, Yalova,  Trabzon, Ordu, Samsun v.d. detaylar için tıkayın
Like us on Facebook                                                     Follow us on Twitter
LDP Fan Sayfası                             LDP Twitter Hesabı