31 Mart 2019 Pazar


KIYMETLİ BABAMIZ MUSTAFA NEVRUZ SINACI İÇİN 
6 NİSAN 2019 CUMARTESİ GÜNÜ SAAT 15:30'DA ANKARA HACI BAYRAM VELİ CAMİDE MEVLİD YAPILACAKTIR. TÜM SEVENLERİNE DUYURUR, DUALARINIZI VE KATILIMLARINIZI BEKLERİZ.

KIZLARI - MANOLYA, FULYA, GONCA SINACI  








9 Ocak 2018 Salı

HAKSIZLIK, ALÇAKLIK VE KALLEŞLİK "HAK-HUKUK VE ADALET DÜŞMANLARININ İNADI; VAZGEÇİLMEZ VE AMANSIZ ŞİARIDIR"

29 Haziran 2015 Pazartesi


"Yüzdeli zam en büyük haksızlık ve apaçık bir yolsuzluktur" Mustafa Nevruz SINACI

MAAŞ VE ÜCRET ZAMLARINDA KALLEŞLİK
Mustafa Nevruz SINACI
            Aslında mizacımız, yukarıdaki (kalleşlik: sözünde durmamak, döneklik etmek, alenen haksızlık ve gizlice, sinsice yapılan kötülük) kelimeyi ‘mutlak gerçeği ifade etmedikçe, konu bakımından zorunlu olmadıkça’ kullanmaya izin vermez. Fakat apaçık bir haksızlık karşısında dilsiz şeytan misali sessiz, sorumsuz ve tepkisiz kalmak; Çözüm üretmeden, alternatif öneriler sunmadan durmak; Yazar-çizer, münevver, Kanaat Önderi, ulema ve aydın kısmına yakışmaz. Zira “sorunlu toplum”un nedeni: Medeni cesaretten yoksun, onursuz, sorumsuz, ilmiyle amel etmekten aciz, zavallı ya da cahil, korkak, sünepe, dalkavuk, emir kulu ulema ve fukahadır.
Doğal olarak böyle bir toplumda insan hakları, adalet ve hukuktan da söz edilemez.
HAK, ADALET AHLÂKI VE HUKUKUN ÖLÇÜSÜ:
Hak kavramının Allah anlamına geldiğini, haksızlığın Allahsızlık-kâfirlik; Hüküm’ün, Hikmet bağlamında ilim-ahlâk ve fazileti zorunlu kıldığını; Hükümet’in eşitlik, hak (Hakkıdır Hak’a tapan Milletimin İstiklâl), (evrensel) hukuk ve adaleti uygulamaya memur: Her derece ve düzeyde adaleti fiilen sağlamaya görevli/mecbur olduğunu bilmek, bu bilinçle hüküm irsal etmek gerekir! Çünkü bütün evrensel değerlerin ortak noktası, odağı ve bileşkesi adalettir.  
            Evrensel gerçek, İlâhi, ilmî ve insani (fıtrat) hakikat şudur ki: Adil (adaletli, eşitlikçi, namuslu, dürüst, şeffaf ve demokrat) olmayan hükümetler meşru değildir. Milletler arası bazı temas, tedbir ve misillemeler hariç olmak üzere, devlette gizlilik olmaz. Gizlilik melânettir.   
            BU HAYATİ BİLGİ, İZAH VE GİRİZGÂHTAN SONRA!..         
            Her ne kadar birileri, mevcut hükümetin siyasi kanadı “Adalet ve Kalkınma Partisi” adının; Necmettin Erbakan avenesinin “Milli Görüş” savında görünür semere olarak tezahür eden “AK EVLER” projesine dayandığını ve “ne kadar millet, o kadar devlet” zihniyetinden kaynaklandığını ileri sürse bile., Ben yine de bu isimle müsemma olmak maksadıyla “Adalet ve Kalkınma” adının samimiyetle, bilinçle, icra amacıyla konulduğuna inanmak istiyorum.    
            Çünkü çoğu kez rastlantı sonucu, tesadüfen ve bilinçsizce verilen çocuk isimleri, pek önem arz etmese de; Kurumsal isimler her şekilde önemlidir. Anlamlı ve anlamıyla bütünleşik olmak zorundadır. Buna ilim, irfan, adalet ve fazilet erbabı, Lügât’lar, Türkçe Sözlük ve Türk Deyimler Sözlüğü’nde “ismiyle müsemma olmak veya ismiyle çelişmek” denilir!
            ŞİMDİ BAKALIM, HAL VE HAKİKAT NEDİR?  
Meclis’in seçim öncesindeki son gününde yapılan değişiklikle hayata geçen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine seyyanen zam, temmuz ayında yürürlüğe girecek. Emekli maaşlarına önce yüzdeli enflasyon farkı zammı yapılacak. Ardından da maaşı bin liranın altında kalanlara seyyanen zam gündeme gelecek. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun seçimden önce açıkladığı ve Meclis’in son gününde acilen yapılan yasa değişikliğiyle hayata geçirilen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılacak maaş artış biçimi: “Önce, mevcut aylıklar” enflasyon farkı oranında arttırılacak. Bu artıştan sonra “bin liranın altında kalan aylıklara” 100 lira daha seyyanen zam yapılacak. 100 liralık eşit artıştan yararlanabilmek için, aylığın 950 liranın altında olması şart.
Davutoğlu Hükümetince çıkarılan yasa uyarınca, seyyanen artıştan SSK (4/a) ve Bağ-Kur (4/b) statüsündeki emekliler yararlanacak. Memur emeklisine seyyanen artış yok. Ancak, mevcut emekli aylıkları önce, her 6 ayda bir olduğu gibi enflasyon oranında artırılacak. Sonra bin liranın altında kalan aylıklara 100 lira seyyani artış yapılacak. Enflasyon farkı eklendikten sonra “bin liranın üstüne çıkan aylıklar” da 1.100 lirayı geçmeyecek tutarda ayrıca artırılacak!
Öncelikle ifade etmek gerekir ki; 2015 yılı Mayıs ayı itibarıyla Açlık Sınırı: 1.349 TL Yoksulluk Sınırı:, 4.395 TL olan ülkemizde ‘bin liranın altında emekli maaşı’ büyük utanç, enflâsyon (!) bahanesiyle maaşlara uygulanan “yüzdeli zam” ise; Bütün anlam ve unsurlarıyla haksızlık, insanlık dışı yolsuzluk, millete karşı ayıp, onursuzluk, sorumsuzluk ve küstahlıktır.
Hani ismiyle müsemma/adının adamı olmak nerede? “Adalet ve Kalkınma” adının bu hükümete göre anlamı ne? Halkı aldatmak, sömürmek ve süründürmek mi acaba! 18.5 milyon maaşlının tamamına “NEDEN VE NİÇİN” Seyyanen zam yapılmaz. Millet gerçeği bilmeli: “Bu devleti yönetenler; ‘ateşe tapan, putperest Nuşirevan kadar bile’ adil değiller mi yoksa!”
        ELEŞTİRİ; YORUM VE KATKILAR:
            1. Prof. Dr. Salih Ziya KONYALI: Kamuya her derece ve düzey memur ve müstahdem alımında zaten Kıdem, ehliyet ve liyakat gibi objektif kriterler/faktörler dikkate alınarak "farklı maaşlar" bağlanır. Atananın sahip olduğu kriterlere göre intibak ve intisabı yapılır. İntibakta zaten makul ve adil (?) bir fark vardır. Bundan sonra; Dönem itibarıyla kamu çalışanları ve tüm emeklilere bütçeden ayrılan tahsisatın çalışan ve emekli toplam sayısına (19.5 milyon) bölünüp, herkese eşit (seyyanen) maaş zammı verilmesi (ve maaşlar arasındaki norm ve standart birliğinin sabit oranlarla korunması) akıl, mantık, hukuk, ahlâk, kamu vicdanı ve adalet gereğidir. Zaten başka türlü, örneğin yüzdeli zam yapmak, başta Anayasa'nın eşitlik ilkesi olmak üzere, tüm insan hakları, insanlık değer ve ilkelerine aykırıdır. Sayın Yazar'a katılıyor, kutluyor, tebrik ediyorum. Dolayısıyla Hükümetin bu istem, uyarı ve bilimsel hatırlatmayı dikkate almasını; Sorumlu Sendikaların ise içinde bulundukları atalet, teslimiyet ve zaafiyeti terk ederek, bu istemin (eşitlik, hakkaniyet ve adaletin) uygulatılmasına öncülük etmelerini umuyor, istiyor ve bekliyorum.
2. MUSTAFA ALTINTAS (maltintas@gazi.edu.tr) 27.06.2015, Kime: Mustafa Nevruz SINACI
Sayın Sınacı, bu 19,5 milyon maaşlının durumdan fazla da şikayetçi olmadığının iki göstergesi var. Bunlardan ilki 7 Haziran'da AKP'ye verilen destek. İkincisi ise, bu haksızlıkların imzacısı sendikanın, en fazla üyeye sahip kamu emekçileri sendikası olmasıdır. Esenlikler.
            3. A. YÜCEL: Biz görsek de göremezsek de Efendimizin; “Bütün insanoğlu hata yapar, hata yapanların hayırlısı tövbe edendir” kavl-i şerifini biliriz ve hatırlarız. Bura da maksat Müslümanların günahını pazara çıkartıp saymak değil, onları hakka irşad edebilmek. Ama niyet genel prensipler üzerinden hayırlı hedefler için gayret etmek değil de, şer ittifaklarının düdüğü misali öten militarist yaklaşımlar acayip şeyler de söylettirir insana. Sayın Sınacı kırıp dökmezmiş, hem de hiç kırıp dökmezmiş. Biz onu o kadar yakın tanımak zorunda değiliz. Zira buradan da neleri kırıp döktüğünü görüyoruz. Biz Sayın Sınacının bundan önce de yazılarını okuduk. Nsıl kavmiyetçi merkezlerin kulu derecesinde sapkın efkarı tevzi eylediğini de biliyoruz. Eğer tövbe eylediyse, bilmek isteriz. Bu haiyle elini öpebileceğimiz ağabeylerden değil, asilerdendir diyebiliriz. Allah ıslah eylesin. Hayırlı ramazanlar dileriz.
4. N.KAVCAR: Ali Bey, Başkaları oldu mu, doğru tecrübe istiyorsunuz da, AKP'nin yanlışlarını niye görmüyorsunuz? Kaldı ki Sayın Sınacı hiç kırıp dökmez. Nk
5. ALİ YÜCEL: 26 Haziran 2015 19:14 Cuma tarihinde Ali YÜCEL <ali.yucel@ibb.gov.tr> şöyle yazdı: Sayın Sınacı bu ülkede Milletvekilliği de yapmış ve koalisyon bilgisi de olması lazım. Paylaştığı yazının son paragrafında Adalet ve Kalkınma ismine öykünerek kendince bir şeyler zorluyor. Adalet arayışı isimde mi olur, yoksa özde mi olur? Kendileri adalet ve insanlığa hizmet namına ne yapmışlar, hangi hakkı teslim etmişler ki, şimdi kelimelerle ortam badanası yapmaya tevessül edebilmektedirler? Adalet ve Kalkınma kavramlarını ithafen kullandıkları hedefleri, gerçekte onların da inkarlarına rağmen farkında olamadıkları bir adalet zemininde yaşadıklarını hissettirmiş olması lazım ki, “Adalet ve Kalkınma” kavramının tesirinde gaflet yaşıyorlar. Etme! Sayın Sınacı etme! Bu yaşınıza rağmen inadına değil de, yaşanmışlıklardan doğru tecrübeleriniz varsa, onları insanlarla tarafsızca paylaşsanız da hakka belki hizmet etmiş olsanız, kötü mü olur? Hakk kavramını da hakikati de altüst etmeyi adet mi edindiniz ki be Müslüman? Etme! Lütfen etme! Yakışmıyor. Her an ölüm gelebilir, biraz vicdanınızla muhasebeleşseniz, kötü mü olur? Yoksa yakışmaz mı size? Milletin birliğine hizmet eden bilgelikte olabilseniz, daha değerli olabilirsiniz. Ama şu halinizle hiç hoş görüntü vermiyorsunuz. Haberiniz olsun isteriz. Düşünseniz, anlarsınız. Herkese selamlar. 

8 Haziran 2017 Perşembe

Başvekil Adnan MENDERES "Siz isterseniz Hilâfeti bile getirebilirsiniz" DEMEDİ!

[YENİ DOSYA: İSPAT HAKKI] BAŞVEKİL ADNAN MENDERES, DEMOKRAT PARTİ TBMM GRUP TOPLANTISINDA: ‘SİZ İSTERSENİZ HİLAFETİ BİLE GETİRİRSİNİZ’ SÖZÜNÜ KULLANDI MI? KULLANMADI MI? İŞTE GERÇEKLER!...

DP DÖNEMİ-İSPAT HAKKI SORUNU VE BASINI İLE İLİŞKİLER & MENDERES, PARTİ GRUP TOPLANTISINDA, ‘SİZ İSTERSENİZ HİLAFETİ BİLE GETİRİRSİNİZ’ SÖZÜNÜ KULLANDI MI?..
Hasan Emre OKTAY
‘İspat Hakkı sorunu’ tıpkı ‘Tahkikat Komisyonu’ gibi DP aleyhine yıllarca acımasızca istismar edilen konulardan biridir. Şöyle ki, sanki ispat hakkı varmış da, bu hakkı Menderes Hükümeti kaldırmış gibi anlatıla geldi.’ Hâlbuki İspat Hakkı, 14 Mayıs 1950 DP İktidarından önce ortadan kaldırılmıştı. Olay 1949 yılında şöyle meydana gelmiştir:

Ruslar İkinci Dünya Savaşının sona erdiği 1945 yılında, Türkiye ile 17 Aralık 1925 günü imzalanmış olan saldırmazlık ve dostluk anlaşmasını yenilemek için bir takım şartlar ileri sürmüşlerdi. Rusların ileri sürdüğü bu şartlar kabul edilir gibi değildir. Uluslararası diplomaside bu ortama, savaşa neden olacak olay anlamında ‘Casus Belli’ denmektedir. Zira Ruslar Türkiye’den, doğu sınırında Kars ve Ardahan’ı istiyorlar, Boğazların yönetimine katılmak bakımından Boğazlarda da üst talep ediyorlardı. Doğal olarak bu taleplerle ilgili verilen SSCB ültimatomlarından sonra, SSCB ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler birdenbire son derece gergin bir havaya girdi. Bu ortam içinde ülkemizde insanlar birbirlerini komünistlikle suçlama yarışına da başlamışlardı. Çocukluk yıllarımda Ankara’da Namık Kemal mahallesinde otururken hatırlıyorum ‘komünist’ sıfatı hala adeta küfür olarak kullanılıyordu.

1946 şaibeli seçimlerinden sonra, İktidar partisi CHP, ana muhalefet partisi de DP’dir. 27 Ocak 1947 günü CHP hükümeti İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer, yaptığı bir konuşmada Moskova ajanlarının acemi politikacıları da kandırmakta olduğunu söyler ve bir takım kişileri de ima eder. Sökmensüer konuşmasını Mareşal Fevzi Çakmak üzerinde yoğunlaştırmıştır. Seçimlerde DP’den aday olan ve milletvekilliğini kazanan Mareşal Fevzi Çakmak için adeta bir karalama konuşması yapmıştır. Sökmensüer konuşmasında mareşalin, bilerek veya bilmeyerek komünist faaliyetlerine iştirak ettiğini ileri sürer, ispata çalışır. İçişleri Bakanının bu konuşmasından sonra, CHP’li Hüseyin Cahit Yalçın, Nihat Erim, Falih Rıfkı, Asım Us, Tarık Us da Mareşal Fevzi Çakmak’a ağır hücumlarda bulunmaya başlarlar. Mareşal Fevzi Çakmak ise, bilakis kendisinin komünizm ile mücadele eden biri olduğunu iler sürer, ithamları reddeder. Mareşal Şubat 1947 de şu ifadelerde bulunur:

‘Ben komünistliği bu memleket için muzır telakki edenlerdenim. Komünistler ordu ve donanmaya sokulmak istendikleri zaman şiddetle hareket ettim. CHP mensuplarından birçok hatırlı zevatın tavassutuna rağmen ısrar ettim. Fakat onlar Şefik Hüsnü’ye parti kurmak salahiyetini ve 34 tane müseccel komüniste de amelenin işçinin önüne geçerek rehberlik etme imkânını sağladılar. Ben daha iş başında iken eski bir Milli Eğitim Bakanının bu faaliyeti destekleyen hareketinden dolayı hükümeti resmen ikaz ettim. Kimse kulak asmadı ve sonra da Hamidiye Köy Enstitüsündeki komünist yuvasından bahsettiler.’

Demokrat Partinin ileri gelenleri, iktidar partisi CHP’nin bu saldırılarına şiddetle karşı koyarlar. DP İstanbul İl Başkanı Kenan Ömer Öner asıl komünistlerin CHP saflarında bulunduğunu söyler. Ve Köy Enstitülerini örnek verir. O tarihte, Köy Enstitülerinde komünizm propagandası yapıldığına dair söylentiler ayyuka çıkmıştır. Köy Enstitülerinin vurgulanması, kurucularından Hasan Ali Yücel’in ima edilmesi demektir.   

Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, 8 Şubat 1947 tarihli Ulus Gazetesinde, “Söz ettiğiniz eski Milli Eğitim Bakanı ben miyim? Diye sorar. 11 Şubat 1947 tarihinde ise Prof. Kenan Öner Yeni Sabah gazetesinden, Hasan Ali Yücel’e cevap verir, şunları yazar:

“Evet, o Maarif Vekili sizsiniz. Siz yalnız komünistleri bakanlığınızda beslemekle ve uğradıkları hücumlara karşı onları korumakla kalmadınız, Bakanlığınızın telkinleriyle milliyetçik belasına başlarını soktuğunuz 23 genci İspanyolların engizisyonuna rahmet okutacak işkencelerle ezdirdiniz, harap ettiniz ve hırpalattınız.”

Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, Kenan Öner’e hakaret davası açar. Kenan Öner de TCK’nın
481/1 fıkrası gereğince Hasan Ali Yücel’e isnat ettiği hususların görevi ile ilgili olduğunu ileri sürerek mahkemeden ispat hakkı ister. Mahkeme 24 Nisan 1947 tarihli celsesinde Kenan Öner’in isteğini haklı bulur ve hakikatin ispatına izin verir.

Kenan Öner, ithamlarının delillerini bir bir ispat eder ve mahkemeden beraat kararı çıkar.
Ancak Temyiz Mahkemesine gidilir. Temyiz Mahkemesinde de, belli yasa gereğince bu kararla ilgili olarak ‘Tevhid-i İçtihat Genel Kuruluna’ (Yargıtay Görüşleri Birleştirme Genel Kurulu) başvurulur. Hakikatin ispatına izin olup olmadığı hakkında, dava konusu olay tetkik edilir.

Hukuki ifadeler olduğu için, ben dahil hukukçu olmayanlar için anlaşılması biraz zor olan gelişmeleri kısaca aktarıyorum. Bizim için önemli olan kararın DP iktidarından önce alınmış olmasıdır.

Sonuç olarak verilen 16 Mart 1949 tarih ve 24/3 sayılı, Resmi Gazetenin 26 Mart 1949 tarih ve 7216 sayılı nüshasında yayınlanan kararla, bakanların ve her dereceden memurlar hakkında, vazifelerini ifa ederken bile olsa işledikleri her çeşit suçtan dolayı, onların bu suçu işlediklerini söyleyen ve yazanların dava açması halinde, dava açanların mahkemede yazdıklarını ve söylediklerini İSPAT ETME HAKLARI KALDIRILMIŞTIR. Buna göre bir bakana veya herhangi bir memura vazifesi ile ilgili bile olsa, bir suç isnadında bulunanlar, otomatik olarak mahkûm edileceklerdir.” Yani Yargıtay,  1949 yılında siyasetçileri, hakkında belge açıklanamayacak kişiler, sınıfına sokmuştur. Bir nevi dokunulmazlıktır bu uygulama.

Ayrıca, Yargıtay Temyiz İçtihat Birleştirme Genel Kurulu toplanıp, ‘iftira ile yapılan hakarette, hakaret sayılan iddianın gerçek olup olmadığını, ancak o fiilden dolayı tahkikat yapmakla görevli merciin inceleyebileceğine’ karar vermiştir. Buna göre mesela bir bürokrata bir iddia ile hakaret yapıldı diyelim. Hakaret yapan hakkında basın kanununa göre dava açılıyor. Ancak o fiil ile ilgili olarak kim yetkili ise, ‘hakaret davasına bakan asliye ceza mahkemesi’ bir ara kararı ile o merciye (o fiil ile ilgili yetkiye sahip) başvuracak ve o merciin vereceği kararı bekleyecektir. O merci yani görevli merci, bürokrat hakkındaki iddianın doğru olduğuna karar verirse, bu iddiayı ortaya atan hakaret sanığı beraat edecektir. Eğer merci iddianın asılsız olduğuna karar verirse, Asliye Ceza Mahkemesi hakaret sanığını mahkûm edecektir. Yani ayrıca iddia sahibinin de dinlenmemesi, iddiasını ispat etme gayretleri içinde bulunamaması söz konusu değildir.

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu düzenlemenin, bu kararın verildiği Meclis’in  DP’nin hükümet ettiği Meclis olmamasıdır. Bu karar yukarda anlattığımız gibi CHP İktidarı zamanında alınmıştır. Karar, o dönemde Yargıtay İçtihat Birleştirme Genel Kurulu yani tüm Yargıtay başkan ve üyelerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir kurul tarafından düzenlenmiştir. Konuyla ilgili Demokrat Partili Nusret Kirişçioğlu 1975 yılında aşağıdaki açıklamayı yapmış;

“DP iktidara geldikten sonra DP içinde de İspat Hakkı’nın yeniden yürürlüğe girmesi, yani 1949 da CHP Hükümeti tarafından düzenlenen halinden, eski haline döndürülmesi taraftarı olan milletvekilleri vardı.”

Nitekim 2 Mayıs 1955 tarihinde Fethi Çelikbaş ve bazı DP milletvekili arkadaşları, Meclis’e ‘İspat Hakkı’ önergesi veriyorlar. Yani ispat hakkının tekrar eski halinde yürürlüğe girmesini isteyen bir önergedir bu.

Yani yıllarca anlatıldığı gibi ispat hakkı uygulaması zaten vardı da, bu hakkı DP kaldırmıştır gibi bir durum yok.Yukarda anlattığımız gibi, rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak ile ilgili bir tartışma esnasında, CHP hükümeti bakanları, Hasan Ali Yücel’in kaybettiği dava temyizde iken İçtihat Birleştirme Kurulu’nun kararı ile bu hakkı askıya almış durumda. Onun için  anlattığımız 1949 yılındaki askıya alma kararından sonra, mahkemeler ispat hakkını kabul etmemekte. Yani mahkemeler, bağımsız olarak bir milletvekili veya bürokrata dava açan kişinin ispat hakkını kabul etmiyor. Ancak hakkında şikâyette bulunulan milletvekili veya bürokrat, şikâyetçiyi ispata davet ederse, o zaman mahkeme kabul ediyor.1954 yılına kadar yasal süreç böyle işlemiş durumda. 

İşte DP Bakanlarından Fethi Çelikbaş ve arkadaşları, 1955 yılında bu içtihat kararının kaldırılarak tekrar İspat Hakkının yürürlüğe girmesini istiyorlar. Onlara göre, basına bu hak tanınmadıkça, milletvekili, bürokrat gibi görevliler, yapılan ithamlar karşısında kuşku altında kalacaklardır. DP Hükümeti Çelikbaş ve arkadaşlarının ‘İspat Hakkı Önergesini’ ceza yasalarında da değişiklik gerektirdiği gerekçesiyle reddetmiştir.

Zaten yürürlükteki 1924 Anayasasının 22.maddesine istinaden, Meclis İçtüzüğünün 169. ve 177. maddeleri bakanlar olsun, milletvekilleri, bürokratlar olsun, herhangi bir itham veya şüphe karşısında Meclis’e tahkikat yapmak üzere her türlü yetkiyi veriyordu. Bu iki maddenin içtüzükteki tanımlamaları şöyle idi;   

Meclis İçtüzüğünde Meclis Tahkikatı iki bölümde mütalaa edilmiştir. Birinci bölüm 169. madde, “Bakanlardan biri veya bakanlar kurulunun tümü hakkında yapılacak olan cezai ve mali sorumluğu gerektiren fiiller” hakkındadır.
İkinci bölüm 177. madde, “ TBMM’nin resen (bağımsız olarak) bilgi almak istediği her çeşit konu hakkında bir tahkikat komisyonu kurulabilir.”

Fethi Çelikbaş ve arkadaşlarının zaten DP içinde aradığını bulamayan bir grup olduğu söylenir. Önergeleri kabul edilmeyince bu milletvekilleri partiden ayrıldılar. DP’den ayrılanlar arasında Ekrem Hayri Üstündağ, Fethi Çelikbaş, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Turhan Güneş, Ekrem Alican, İbrahim Öktem gibi siyasetçiler de bulunuyordu. Ayrılan 20 kişi Meclis’te ‘Yirmiler’ olarak anılmaya başladı. Bir süre sonra, 20 Aralık 1955 günü yirmiler tarafından yeni bir parti, Hürriyet Partisinin kurulduğu ilan edildi.

Başvekil Adnan Menderes, ispat hakkından dolayı meydana gelen olaylar karısında Meclis’te şu sözleri sarf etmiştir;

“Bizde ispat hakkı mevcuttur. İspat olunduğu takdirde her türlü yolsuzluk, suiistimal ve uygunsuz hareketlerin yazılmasında kanuni hiçbir mahsur yoktur. Bizde kanunlarımızın ispatına cevaz vermediği tek şey hakaretten ibarettir. Biz iktidarda olduğumuz müddetçe hakarete ispat hakkı tanımayacağız. Onlar iktidara gelirlerse küfre de, hakarete de istedikleri kadar hürriyet tanıyabilirler.”

Hürriyet Partisinin kuruluşu gazetelerde büyük ilgi görür. Hemen bütün gazeteler veya diğer bir deyişle zamanın matbuatı, DP’nin çözüldüğünü ve dağıldığını, vatandaşların kitle halinde Hürriyet Partisine iltihak ettiklerini yazmışlardır. Gazete haberlerindeki bu saptırma, doğal olarak DP milletvekillerini çileden çıkarmıştır.

Gerçekte, İspat Hakkının, tekrar ihdas edilmesi önergesinin kabul edilmemesi üzerine, DP’den ayrılan milletvekillerinin, DP Grubunda yaratığı sarsıntının etkileri sanıldığından büyük olmuştur.  29 Kasım 1955 günü Dr. Burhanettin Onat başkanlığında toplanan Meclis grubu, İktisat ve Ticaret Bakanı Sıtkı Yırcalı hakkındaki gensoru önergesini konuşacakken, mebuslar gensoruyu birdenbire hükümete yöneltirler ve başta başvekil olmak üzere bütün bakanlara adeta hücum edilir. Meşhur, ‘1955 Grup Toplantısı’ cereyan etmektedir. Suçlamalar o kadar ileri gider ki, Başbakan Menderes dahi diktatörlükle suçlanmış, istifası istenmiştir. Zaten bütün bakanlar teker teker kürsüden istifa ettirilmişlerdir.

Burada çok önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Şöyle ki, ‘ Bir iktidar partisi grubunun, hükümetin bakanlarını, karşısına alıp hesap sormaları ve istifa ettirmeleri ancak ileri demokrasilerde söz konusu olabilir. O fırtınalı oturumda Menderes de bir şaşkınlık döneminden sonra kürsüye gelerek bir konuşma yapar. Rahmetli Menderes söze, ‘Şahsım adına sizden itimat istiyorum’ diyerek başlar;

“Arkadaşlarım beni diktatörlükle itham ettiler. Benim sizin karşınızda diktatör olmama ihtimal var mıdır? Sizin kudretiniz o kadar büyüktür ki, şu anda isteseniz Anayasayı bile değiştirebilirsiniz.. Ben sizin bu büyük kudretiniz karşısında nasıl diktatörlük yaparım. İşte misalini verdiniz. Bir anda kabineyi istifa ettirdiniz. Fakat bana olan itimadınızı devam ettirirseniz muhalefeti de sevindirmemiş olursunuz.”

Menderes’in konuşmasından sonra, Meclis Başkanı, Menderes’in teklifini oya sunar ve çoğunluk oyu ile DP milletvekilleri Menderes’e güvenlerini yenilerler. Bu suretle 29 Kasım 1955 günü Menderes kabinesi zorla çekilmiş ve istifa ettirilmiş olmuştur. Ertesi günü olay bütün gazetelerin manşetlerini kaplamıştır. Menderes’in yukarda naklettiğimiz Anayasayı değiştirmek sözü de gazetelerde şöyle yer almıştı;

“Sizin kudretiniz o kadar büyüktür ki, isterseniz hilafeti dahi getirebilirsiniz.”

Menderes’in böyle bir söz söylemediği ertesi günü Ankara’daki bütün parlamento muhabirlerine açıklamalı olarak bildirilmiş,  ancak hiçbir gazete bu açıklamayı yayımlamamıştır. Yalnız Zafer ve Vatan gazeteleri konuşmanın doğru metnini yazmışlar. İstisnai olarak o zaman Menderes’e tamamen muhalif bulunmasına rağmen Vatan Gazetesi hem düzeltme açıklamasını yayımlamış hem de yanlış haberden dolayı özür dilemişti. ( On Yılın Mücadelesi, Tekin Erer, Ticaret Postası Matbaası, İstanbul 1963, 2.cilt, s. 260-261)

9 Aralık 1955 günü yeni DP hükümeti ilan olundu. Böylece ‘İspat Hakkı’ talebi ile başlayan buhranlı günler, bir süre için de olsa sona ermiş gibi göründü. Ama 1956 yılı başlarından itibaren muhalefetin ve basının DP iktidarına özellikle de Menderes’e karşı verdikleri beyanatların dozu saldırı hudutlarını aşmıştır…  

6-9 Nisan 1956 tarihleri arasında toplanan CHP Meclis grubu şu tebliği yayımlıyor;

“CHP rejim meselesinin bir an evvel halledilebilmesi için muhalefet partilerinin işbirliği yapmaları lüzumuna kanidir. CHP Meclisi işbirliği hususunun gerektirdiği yetkileri parti genel başkanına tevdi eylemiştir.”

Menderes’in konuyla ilgili yaptığı konuşmaya Osman Bölükbaşı şu cevabı veriyor;

“Elinde iktidar silahı olan üç yaşındaki çocuk senden daha cesur konuşur. Eloğlu armut toplamıyor. İcap ederse senin gırtlağın da sıkılır.”

15 Nisan 1956 CHP Kars mebusu Sırrı Atalay CHP ilçe kongresinde konuşuyor;

“Menderes bütün sözlerinin hesabını verecektir. Müstakil bir mahkeme kuracağız. Ve Menderes bu mahkeme huzurunda bütün iktidarının hesabını verecektir. Neticeyi bu mahkeme tayin edecektir.”

Daha 1956 yılında gırtlak sıkmalar gibi ifadeler kullanmak, müstakil (bağımsız) mahkemeler kurmaktan bahsetmeler, CHP’nin 27 Mayıs’a, hatta infazlara gidecek sürece girdiğini göstermiyor mu? 

29 Nisan 1956 Kasım Gülek;

“Memleket artık kalkınma hamlesi istemiyor. Bu millete kalkınma hamlesi değil, Menderes’ten kurtulma hamlesi lazımdır. Bunun için vatandaşların topyekûn DP karşısında birleşerek Mili Birlik kurmaları icap eder.”

20 Mayıs 1956 Hürriyet Partisi mitinginde Ziya Termen;

“Biz iktidara gelince devri sabık yaratacağız ve ilk olarak Menderes’ten hesap soracağız.”

Böyle bir ortamda, DP bakanlarından Mükerrem Sarol, aleyhinde kampanya başlatan Dünya Gazetesi sahibi Bedii Faik ve Akis Gazetesi sahibi Metin Toker için dava açar. Davayı kaybeden Bedii Faik, içerde sadece iki gün kalacağı hapse girer. İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker ise, yedi ay hapse mahkûm olmuştur. Ancak Metin Toker bu cezasının büyük bir kısmını, hemoroit rahatsızlığından dolayı hastanede geçirir. Ama olaylar basına bambaşka yansımıştır.  

Hürriyet Partisini kuran eski DP milletvekilleri 1957 seçimlerinde bir daha seçilemediler. Hürriyet Partisi de 24 Kasım 1958 de kendisini feshetti ve üyelerinin çoğu CHP’ye geçti. Ekrem Alican daha sonra Yeni Türkiye Partisini kuracaktır.

DP İktidarı 27 Aralık 1957’de yeni bir Meclis İçtüzüğünü kabul ediyor. Ve bu yeni İçtüzükte dokunulmazlıkların kaldırılması kolaylaştırılıyordu. Bu olaya CHP büyük tepki, direniş gösterdi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, demezler mi?

“Bu günkü Meclis’te milletvekilleri için ‘Yasama Dokunulmazlığı’ uygulaması vardır ve bu uygulama milletvekillerini keyfi ve asılsız ceza kovuşturmalarından korur. Ancak bu dokunulmazlık zırhı tıpkı 1924 Anayasası kurallarında olduğu gibi gerekirse TBMM tarafından kaldırılabilir. Kaldırıldığı takdirde de söz konusu milletvekili hakkında hukuk davası açılabilir. Dava süresince de milletvekili görevine devam eder. Milletvekilliği bitince dokunulmazlık da biter.”
  
Basın İlişkileri;

Tahkikat Komisyonu, İspat Hakkı konularında DP, Menderes nasıl istismar edilmişse, DP’nin basın ile olan ilişkileri konusu da, tek taraflı anlatımlarla şiddetli bir dezenformasyona uğratılmıştır. İzninizle kısaca bu konuya da değineceğim;

21 Temmuz 1950 de, DP iktidarının ilk aylarında, 5680 Sayılı Basın Kanunu çıkartıldı. Basın özgürlüğü açısından önemli iyileştirmeler getirildi. Daha önceki 1931 tarihli Basın Kanununun hükümete tanıdığı geniş yetkiler kaldırıldı. Örneğin artık gazete çıkarmak için izin almak gerekmeyecek, bildirimde bulunmak yeterli olacaktı. Basın suçları toplu basın mahkemelerinde yargılanacaktır. Dolaysıyla bu karar ile basın için bir güvence niteliği ortaya çıkıyordu. Gazete sahipleri artık gazetelerinde yayımlanan yazılardan dolayı ceza sorumluluğu taşımayacaklardı. Sorumlu olanlar yazı işleri müdürleri ve yazarlardı.

9 Mart 1954 tarihinde ise, 1954 Genel Seçimlerine iki ay kala yeni bir basın kanunu çıkartıldı;

‘Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun’

Bu kanunla basına bazı sınırlamalar ve denetim getiriliyordu. Çünkü 1950 çıkartılan Basın Kanununun yarattığı özgürlük ortamı, edep kurallarını aşacak derecede istismar edilmeye başlamıştı. 17 Ocak 1953 günü Başvekil Adnan Menderes Gaziantep’te yaptığı bir konuşmada, basın dünyasında görülmekte olan edep dışı ortamdan şikâyet etmektedir, Başbakan Menderes;

“Türlü acayip ve mukaddes isimler altında bir sürü gazete ve risale (broşür) yayımlanmaktadır. Bunların tetkikinde ilk göze çarpan nokta bütün bu neşriyatta kullanılan lisandır. Din çok ulvi, mukaddes ve nezih bir mefhumdur (kavram). Bunların kullandıkları lisan ise terbiyeli bir insanın ağzına almayacağı kadar kötü, bayağı ve müstehcendir (edebe aykırı). Size sözde dini bir gazeteden misaller vereyim. Şimdi okuyacağım yazının serlevhası (başlığı) ‘Piç’tir ve içinde ezcümle şunlar yazılıdır.

‘Piç…Sen ey anasının rahmine bilmem hangi balo gecesinde düşmüş olan piç…sen solda sıfır…sen bir hiç. Sen ey Allahsız, ahlaksız, dinsiz, vatansız, haysiyetsiz, şerefsiz, namussuz, seviyesiz, arsız, yüzsüz, siz ve ne kadar siz varsa üzerinde tecelli (belirme) ve temerküz (toplanma) etmiş rezil…sen ey bedbaht düzenbaz, madrabaz, kumarbaz, hilebaz, ne yazsak ne söylesek az olan it..”

Menderes bu örneği verdikten sonra konuşmasına devam ediyor;

“Daha fazla devam etmeyeyim daha müstehcen sözler de vardır. Bunları sözde bir dindar yazıyor. Allah ve peygamberi ve onların emirleri için mücadeleye girdiklerini söyleyenlere sormak lazım. Bu terbiyesiz edepsiz lisandan Allah ve Peygamber hoşnut olur mu?....Partimizin (DP) din bahsindeki görülerini, laikliğe dair olan maddenin ihtiva ettiği (içerdiği) hükümlerde bütün vuzuhu (açıklığı) ile bulmak mümkündür. Bu maddede aynen şöyle denilmektedir;

‘Partimiz laikliği devletin siyasetle, din ile hiç bir ilişkisi bulunmaması ve hiçbir dini düşüncenin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir (etkin) olmaması manasında anlar ve laikliğin din aleyhtarlığı şeklindeki yanlış tefsirini reddeder. Din hürriyetini, diğer hürriyetler gibi insanların mukaddes haklarından tanır’…..

Sözlerimi bitirirken şunu tekrarlamak isterim ki, bu iki müfrit (aşırı) ve muzır (zararlı) cereyana karşı hürriyetlerimizi, dinimizi, milliyetimizi, milli tesanütümüzü (dayanışma) mutlaka müdafaa ve muhafaza edeceğiz.”

Rahmetli Menderes bu konuşmasında milliyetçilik-ırkçılık, laiklik, dinsizlik arasındaki farkları vurguladıktan sonra, basındaki edep dışı uygulamaları üzülerek anlatıyor ve iki ay sonra çıkartacakları yeni basın kanununun sinyallerini veriyordu.

8 Mart 1954 günü, Meclis’te söz konusu basın kanunu müzakere edilirken, CHP adına söz alan Server Somuncuoğlu, bu kanunun bütün basını ölüm sükûtuna (sessizliğine) boğacağını söylüyordu. Bu iddiaya Menderes son derece iyi niyetli bir vaat ile cevap veriyordu;

“Göreceksiniz bundan sonra da hiçbir zaman matbuat (basın) susmayacaktır. Matbuatı susturmaya çalışan bir teşebbüs (girişim) olursa bunun karşısına ilk çıkacak DP’dir”

Menderes, sözlerinde haklı çıkmıştı zira o kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra basın hiçbir zaman susmadığı gibi, çirkin yayınlar dozunu bile arttırmıştı.

20 Şubat 1955 tarihine gelindiğinde Meclis’te basın konusu ile ilgili tartışmalar hala tüm şiddetiyle devam etmektedir. Başvekil Adnan Menderes kürsüde bir konuşma yapıyor. Konuşmasında, basın hürriyetinin nasıl suiistimal edildiğini ve hürriyet namı altında hükümete nasıl hakaretler yağdırıldığını anlatıyor, gazetelerdeki makalelerden, şiirlerden örnekler veriyordu. Meclis ise dehşet ve tiksinti içinde okunan yazı ve şiirleri dinliyordu. Özellikle ‘Piç’ adlı yazıyı Menderes tekrar okuyunca muhalefet milletvekilleri inanamıyor ve gazetenin aslını görmek istiyorlar, gazetenin aslı gösteriliyor, milletvekilleri tetkik ediyorlar, Menderes konuşmasına devam ediyor;

“Size daha neler okuyacağım, hürriyet bu mu? Bu yazılardan dolayı kimse mahkûm olmadı. Çünkü memlekette sorumluluk var. Bizim memlekette gazete kapatmak artık hükümetlerin elinden çıkmıştır. İşte beşinci senemiz kapatılmış tek gazete yoktur. Bununla iftihar ediyoruz.
İşte mukaddes basın hürriyeti, hepiniz tiksindiniz, üzüldünüz. Acaba Menderes kadar hücuma uğramış bir başbakan var mıdır? Arkadaşlar bu kadar ağır devlet yükü altında çalışırken bir de kendimize sövdürmeyeceğiz. Nezaketini muhafaza etmiş bir gazete ne kadar ağır yazarsa yazsın kalemine dokunmayacağız. Yeter ki sövmesin. Demin okuduğum en hafifinden deyyus, kerata edebiyatına bir takım hâkimler on gün ceza veriyor sonra da bu cezayı tecil ediyorlar. Bir başka hâkim ‘Bir Kara Çete Geldi İktidarı Ele Aldı’ yazısının muharririni beraat ettiriyor. Sonra da bu hâkimler hizmetlerinin mükâfatı olarak seçimlerde CHP’den milletvekili namzedi (aday) oluyorlar.”

Menderes’in Meclis’te örnekler vererek yaptığı bu konuşma, bazı CHP milletvekillerini bile etkilemiştir. CHP Grubu adına söz alan Nüvit Yetkin’in aşağıdaki sözleri bunun göstergesidir;

“Başvekilin okuduğu yazılar matbuat hürriyetinin suiistimalleridir. Bu tip yazıları asla tasvip etmiyoruz. Memlekette böyle bir basın yolunun açılmasını da doğru bulmuyoruz. Muhalefet küfretmek demek değildir. Hakaret edenler layık oldukları cezaları görmelidirler.”

Menderes’in, Nüvit Yetkin’e verdiği cevap da gayet ılımlıdır ve işbirliği önermektedir;

Nüvit Yetkin arkadaşımın konuşmasına müteşekkirim. Halk Partili arkadaşlarım emin olun, sizin bir mürüvvetiniz üç misli mukabele görecektir. Mürüvvetli ve âlicenap olun bizden mukabelesini kat kat göreceksiniz.”

Nüvit Yetkin de Menderes’e tekrar cevap vermek ister;

“Başvekilin sözlerini vaat telakki ediyoruz. Üç misliyle mukabele vaadini senet ittihaz ediyoruz.”

Basın konusunun tartışıldığı o günkü Meclis oturumunda iktidar ve muhalefet arasında yapıcı, samimi diyalogların geçmesi gelecek için ümit var duygular yaratmıştır. Ancak kısa süre sonra, özellikle DP’li milletvekillerinin bir olgu dikkatlerini çekecektir. Oturumda İsmet İnönü bulunmamaktadır!       


TBMM’de geçen ve örnekler verdiğimiz, milletvekilleri, bakanlar arasındaki yukarıdaki konuşmalar, 14 Mayıs 1950 de Basın Kanununda yaptığı değişiklik ile basın hayatındaki tüm sınırlayıcı unsurları kaldıran DP iktidarının, 1954 tarihinde yeniden çıkarttığı bir kanunla basına, bu sefer çeki düzen verme ihtiyacını, neden doyduğu hakkında bir fikir verecektir kanaatindeyiz. 1954 yılında çıkan bu basın kanununun (Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun ) uygulamaya geçmesinden sonra, basın dünyası tamamen DP iktidarının aleyhine döndü. Tek tük hükümeti öven yazılar yazan gazetelere hemen, besleme basın damgası vuruluyordu. Hani günümüzde de ‘Yandaş Basın’ gibi bir yakıştırma var ya!

Bugün içinde bulunduğumuz 2017 yılında, her siyasi görüş kendi TV Kanalını kurup, kendi gazetesini çıkartırken, o tarihte DP lehine yazılar yazmak, sadece iktidarla iyi geçinme kaygısından doğan bir satılmışlık olarak değerlendiriliyordu. Yani DP iktidarını övmek, icraatlarından bahseden yazılar yazmak, genel basının gözünde bir suç haline gelivermişti.

1954 yılında yürürlüğe giren basın kanunu, 7 Haziran 1956’da kapsamını genişleterek devam ettirilecektir. Hükümet tarafından, basın kanununa yapılmak istenen ilaveler, Meclis’te tartışılırken kanun, CHP muhalefetinin şiddetli eleştirilerine muhatap oluyordu. Ama sonuçta Basın Kanunu yeni şekliyle TBMM’de 274 kabul, 48 ret oyu alarak yürürlüğe girdi. Artık basın ve radyo yoluyla işlenen suçlara, toplantılarda işlenen suçlar, kavramı da eklenmişti. 27 Haziran 1956 tarihinde de, ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ TBMM’de kabul edildi…  

O dönemlerde genç bir gazeteci olarak yaşamış Güngör Yerdeş’ten aktarıyorum. Zira Yerdeş’in gözlemlerine dayana anlatımları 27 Mayıs’a giden süreçte basını da kullanan bazı odakların  nasıl provokatif bir algı operasyonu yarattıklarını gözler önüne sermektedir. (Güngör Yerdeş, Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım, S39);

“Karşınızda o zamanlar devedişi gibi duran, ayağa kalkıp dikilerek, doğrusu budur, sen dediğimi yap diye neredeyse gürleyen kıdemlilere, ağabeylerimize, o zamanın meslek terbiyesi icabı ne demek karşı durup, itiraz etmek. İşte bu devedişlerinden biri İsmet Paşanın meşhur Tokat-Zile gezisinde yine dediğini yaptırmıştı. Dedi ki, siz oturun oturduğunuz yerde ben takip eder, gelip yazar ve sizlere veririm… Bir o gidip geldi Zile’ye. Galiba 2 A4’ü dolduracak tespitleri önümüze koyarak buyurun geçin gazetelerinize demişti. Gazetelerimize geçtiğimiz haberlerde Tokat ahalisinin tamamının bizlerden duyup önceden öğrendikleri Zile’de neler olmamıştı neler! Paşanın üstüne arazözle sular mı sıkılmamıştı, arabalarının lastikleri mi kesilmemişti, kafa ve gözleri mi yarılmamıştı…Zile için kendsine güvenip, bel bağladığımız yakın çevre gazeteci ağabeyimiz kolumuzu, kanadımızı kırmıştı. Sonradan öğrendiğimize göre öyle hortum mortum da pek kesilmemişti. Demokrat Partiyi böylesine karalayıp, gözden düşürmek yazık, günah ve ayıp değil miydi? Etraf böyle diyordu. Yani İsmet Paşa da pek paşa paşa gidip gelmemişti Zile’ye ama elimize tutuşturulan çoğaltılmış sözde haber neyin nesiydi?

Güngör Yerdeş devam ediyor, Menderes’in Afyon gezisi ve aynı oyun;

“İçimizden bir ağabeyimiz, ‘ben hepinizin adına takip eder, sizlere de yazarım’ deyince sanki dünyalar genç meslektaşların oldu. Cumhuriyetin kıdemli Ankara muhabirinin bu teklifi hepimizi memnun ve mesut kılmıştı. Arkasından tasla su dökmecesine sabahın kör karanlığında el salladık ve tekrar yataklarımıza döndük. Adnan Bey ve beraberindekiler o gün gece yarısına doğru geldiler. Biz haberleri tabii ertesi gün İstanbul’a geçtik. Evet, Emirdağ ve diğer karşılama yerlerinde neler olmuştu? Kıdemli ağabeylerimize göre neler olmamıştı ki. Laik bir memleketin gazetecilerine başbakanın tekbirli, tespihli, Arapça yazılı bayraklar açılarak, devler, mandalar kurban edilip, sureler okunarak karşılama yapıldığını söylerseniz, üstelik o gazeteciler muhalefetin borazancılığını da yapıyorlarsa, o habere dört elle nasıl sarılmazlar…”

Bir elden çıkmış bu yalan haberlerin ortalığı karıştırmaktan başka bir işe yaradığı yoktu elbette. O dönemin Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygün gerçekle uzak yakın ilgisi olmayan bu haberler için Güngör Yerdeş’i emniyete çağırtmış. Yerdeş ecel terleri dökerek, korku içinde emniyete gitmiş ama hiç ummadığı davranışlarla karşılaşmış, anı kitabında anlatıyor;

“Beni makama aldıklarında rahmetli Kemal Aygün’ün arkası dönüktü. Gel Güngör evladım, otur şöyle, dedi. Heyecan ve korkudan titrediğimi itiraf edeyim. Neymiş bu yeşil bayraklar, kimler nerede tekbir getirmiş, diye pek sakin, pek babacan bir şekilde sordu. Ben susmaya devam ettim, o hep konuştu. Böyle bir şeyin katresi olmamıştır. Biliyorum sizler Afyon’da kaldınız. Sizin adınıza malum arkadaşınız takip etti ve hepinizi kandırıp alet etti. Senden bundan sonraki hadiseler için bir isteğim var. Görmediğine, duymadığına inanma…Bu hadise için neşir yasağı geldi mi hatırlamıyorum. Özeti böyle idi, rahmetli Kemal Aygün’ün sözlerinin. Sonra ile basıp ne içmek istediğimi sordu, teşekkür ettim. Peki, dedi ve sözlerimi lütfen unutma tembihi ile elimi sıkarak beni yolladı.”

Muhtemelen Güngör Yerdeş’in anlattığı, emniyete çağırılmasını duyan gazeteci ağabeyler, bu olayı da yüz seksen derece çarpıtarak yazmışlardır. Yerdeş’in dayak yediğini, hapsedildiğini, tehdit edildiğini falan fütursuzca yazmışlardır. Meraklı olmak ve arşivleri karıştırmak lazım

Uşak’ta İnönü, Demokrat Partililerce taşlandı ve başı yarıldı, hayatını zor kurtardı şeklinde anlatımlar, yayımlar Yassıada mahkemelerinde de dile getirilmiştir. Çarpıtılmış DP aleyhine malzeme yapılmış olayın doğrusunu da, olaydan yıllar sonra Güngör Yerdeş, ‘Başkentte önemli Olaylar ve Yazamadıklarım’ adını verdiği kitabının 24-25 ve 31. Sayfalarında açıklıyor. Olaylar hakkında Hürriyet gazetesi şu manşeti atmış, tarih 2 Mayıs 1959;

“Gezinin 2. günü: Uşak’ta İnönü’nün başına taş atıldı.”

 Aynı günkü Akşam gazetesi;

“CHP heyetinin Uşak’tan ayrılışı sırasında milletvekili Fevzioğlu ve Alişiroğlu’'yla gazeteciler Demokrat Partililer tarafından dövüldü ve taşlandılar.”

Bir de olayı Güngör Yerdeş ve Vatan Gazetesi adına olayları takip eden ve trende bulunan Hilmi Yavuz’dan dinleyelim;

“İçimizden biri sağını solunu dirsekleyip bir pencereyi aniden kaplıyor ve sol elinin avucunu açıp uzatarak, sağ elinin baş parmağını işaret parmağının arasından geçirip tokmak şeklinde uzattığı sağ bileğini o sol avucunun içine yerleştirip sıkarak seyretmekte olan Demokratlara ''Naaa!'' diye bağırıp başlıyor sallamaya. Ve işte bundan sonra başlıyor taşlama, kime o hareketi çekene...  Şurası bir hakikat, Bizim meslektaşımız, o ‘nahhh’ işaretini yapmasaydı, trenimiz yavaş yavaş hızlanıp Uşak’tan ayrılıp gidecekti. Provokasyon böylece bizim meslektaşın üzerinde kalmıştır.”

Gerçek ne kadar farklı değil mi? İşte 27 Mayıs 1960 Darbesine giden süreçte bir takım odaklar basını, üniversiteyi, yargıyı, ana muhalefet partisi CHP’yi ve son darbeyi vurmak üzere orduyu alabildiğine kullanmışlardır. Sonuçta meydana gelen 27 Mayıs 1960 Darbesi ve Yassıada zulmü, Yassıada’da ölümler ve İmralı’da meydana gelen infazlar aziz Türk Halkının vicdanını yaralamıştır ve cezasız kalmıştır. Üzüntüyle görüyoruz ki, hala 27 Mayıs’ı öncesi ve sonrası ile savunanalar vardır. Ancak tek teselliğimiz İlahi Adaletin hükmünü icra etmekte olmasıdır.

H. Emre Oktay
Mayıs 2017, Fenerbahçe    

11 Şubat 2017 Cumartesi

Türkiye Cumhuriyeti Milleti, Tarihinin En Büyük ve En Kritik "Demokrasi, İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk" Sınavına Koşar Adım Doğru Gidiyor!..

YSK (Yüksek (?) Seçim (!) Kurulu Başkanı: Sadi Güven) İLAN ETTİ! REFERANDUMUNUN KESİN TARİHİ: 16 NİSAN 2017, PAZAR

YSK İLAN ETTİ!..
REFERANDUMUNUN KESİN TARİHİ: 
16 NİSAN 2017, PAZAR
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Güven, anayasa değişikliği referandumunun 16 Nisan 2017'de yapılacağını açıkladı.[[AA.11.02.2017-Ankara]]
Beyaz zemin üzerine "evet" Kahverengi zemin üzerine "hayır" basılacak. Güven, düzenlediği basın toplantısında, TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edilen 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un, Resmi Gazete'de yayımlandığını anımsattı.
Anayasa değişikliklerinin halk oyuna sunulması hakkındaki kanunun 2'nci maddesinde, halk oylamasının yapılmasına ilişkin, "Kanunun Resmi Gazete'de yayımını takip eden 60. günden sonraki ilk pazar günü yapılır." ifadesinin yer aldığını aktaran Güven, "Bu hüküm çerçevesinde, anayasa değişikliği halk oylamasının, kurulumuzun 74 sayılı kararıyla 16 Nisan 2017 Pazar günü yapılmasına karar verilmiştir." dedi.
Bugün itibarıyla yurt içi kütüğüne kayıtlı seçmen sayısının 55 milyon 336 bin 960 olduğunu belirten Güven, yurt içinde kurulacak sandık sayısının ise yaklaşık 164 bin olduğunu bildirdi.
Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmen sayısının da 2 milyon 929 bin 389 olduğunu kaydeden Güven, bu seçmenlere halk oylamasında 57 ülke 119 temsilcilik ve 32 gümrük kapısında kurulacak sandıklarda oy kullandırılmasının planlandığını anlattı. Güven, belki birkaç ülke ve temsilcilikte değişiklik yapılabileceğini dile getirdi.
Gümrükler ve yurt dışı temsilciliklerinde kurulan sandıklarda oy kullanma arasında hiçbir fark bulunmadığına dikkati çeken Güven, "Yurt dışı seçmen kütüğü bu seçimde tek seçim çevresi olarak oluşturulmuştur. Böylece yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenler bağlı bulundukları temsilcilik görev çevrelerinde kurulan sandıklarda veya oy verme günlerinde bulundukları yerlerdeki temsilciliklerde kurulan sandıklarda oylarını kullanabileceklerdir." diye konuştu. Güven, oy verme işlemlerinin yurt dışındaki temsilciliklerde 27 Mart-9 Nisan, gümrük kapılarında ise 27 Mart-16 Nisan tarihlerinde yapılacağını söyledi.
Sadi Güven, "Halk oylamasında beyaz renk üzerine 'evet', kahverengi üzerine 'hayır' ibareleri bulunan 2 ayrı renkten müteşekkil birleşik oy pusulası kullanılacaktır. Seçmenler tercih mührünü kullanarak oy verme işlemini gerçekleştirecektir." ifadelerini kullandı.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINDA "Cumhurbaşkanlığı Sistemine Dair" DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR; "21 Ocak 2017 Tarih ve 6771 Sayılı" KANUN

11 Şubat 2017 CUMARTESİ
Resmî Gazete
Sayı : 29976
KANUN
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
Kanun No. 6771                                                                                                          Kabul Tarihi:21/01/2017
MADDE 1 – 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 9 uncu maddesine “bağımsız” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve tarafsız” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 2 – 2709 sayılı Kanunun 75 inci maddesinde yer alan “beşyüzelli” ibaresi “altıyüz” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 3 – 2709 sayılı Kanunun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Yirmibeş” ibaresi “Onsekiz” şeklinde, ikinci fıkrasında yer alan “yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar,” ibaresi “askerlikle ilişiği olanlar,” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 4 – 2709 sayılı Kanunun 77 nci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“C. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanının seçim dönemi
MADDE 77 – Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.
Süresi biten milletvekili yeniden seçilebilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci oylamada gerekli çoğunluğun sağlanamaması halinde 101 inci maddedeki usule göre ikinci oylama yapılır.”
MADDE 5 – 2709 sayılı Kanunun 87 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 87 – Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesinhesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.”
MADDE 6 – 2709 sayılı Kanunun 98 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve kenar başlığı metinden çıkarılmıştır.
“MADDE 98 – Türkiye Büyük Millet Meclisi; Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetleme yetkisini kullanır.
Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemeden ibarettir.
Genel görüşme, toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir.
Meclis soruşturması, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında 106 ncı maddenin beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca yapılan soruşturmadan ibarettir.
Yazılı soru, yazılı olarak en geç onbeş gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir.
Meclis araştırması, genel görüşme ve yazılı soru önergelerinin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile araştırma usulleri Meclis İçtüzüğü ile düzenlenir.”
MADDE 7 – 2709 sayılı Kanunun 101 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“A. Adaylık ve seçimi
MADDE 101 – Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir.
Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
Cumhurbaşkanlığına, siyasi parti grupları, en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler ile en az yüzbin seçmen aday gösterebilir.
Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir.
İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin herhangi bir nedenle seçime katılmaması halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların salt çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilir. Oylamada, adayın geçerli oyların çoğunluğunu alamaması halinde, sadece Cumhurbaşkanı seçimi yenilenir.
Seçimlerin tamamlanamaması halinde, yenisi göreve başlayıncaya kadar mevcut Cumhurbaşkanının görevi devam eder.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin diğer usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 8 – 2709 sayılı Kanunun 104 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 104 – Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.
Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.
Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar.
Ülkenin iç ve dış siyaseti hakkında Meclise mesaj verir.
Kanunları yayımlar.
Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir.
Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir.
Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler.
Yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyetinin temsilcilerini gönderir, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul eder.
Milletlerarası andlaşmaları onaylar ve yayımlar.
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunar.
Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir.
Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.
Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.
Cumhurbaşkanı, kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilir.
Kararnameler ve yönetmelikler, yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer.
Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.”
MADDE 9 – 2709 sayılı Kanunun 105 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“E. Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu
MADDE 105 – Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir. Meclis, önergeyi en geç bir ay içinde görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir.
Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Meclisteki siyasi partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her siyasi parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak onbeş kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu iki ay içinde Meclis Başkanlığına sunar. Soruşturmanın bu sürede bitirilememesi halinde, komisyona bir aylık yeni ve kesin bir süre verilir.
Rapor Başkanlığa verildiği tarihten itibaren on gün içinde dağıtılır, dağıtımından itibaren on gün içinde Genel Kurulda görüşülür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. Yüce Divan yargılaması üç ay içinde tamamlanır, bu sürede tamamlanamazsa bir defaya mahsus olmak üzere üç aylık ek süre verilir, yargılama bu sürede kesin olarak tamamlanır.
Hakkında soruşturma açılmasına karar verilen Cumhurbaşkanı, seçim kararı alamaz.
Yüce Divanda seçilmeye engel bir suçtan mahkûm edilen Cumhurbaşkanının görevi sona erer.
Cumhurbaşkanının görevde bulunduğu sürede işlediği iddia edilen suçlar için görevi bittikten sonra da bu madde hükmü uygulanır.”
MADDE 10 – 2709 sayılı Kanunun 106 ncı maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“F. Cumhurbaşkanı yardımcıları, Cumhurbaşkanına vekâlet ve bakanlar
MADDE 106 – Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir.
Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde, kırkbeş gün içinde Cumhurbaşkanı seçimi yapılır. Yenisi seçilene kadar Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır. Genel seçime bir yıl veya daha az kalmışsa Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi de Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte yenilenir. Genel seçime bir yıldan fazla kalmışsa seçilen Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi seçim tarihine kadar görevine devam eder. Kalan süreyi tamamlayan Cumhurbaşkanı açısından bu süre dönemden sayılmaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerinin yapılacağı tarihte her iki seçim birlikte yapılır.
Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve görevden alınır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, 81 inci maddede yazılı şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde andiçerler. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, Cumhurbaşkanına karşı sorumludur. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında görevleriyle ilgili suç işledikleri iddiasıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir. Meclis, önergeyi en geç bir ay içinde görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir.
Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Meclisteki siyasi partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından, her siyasi parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak onbeş kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu iki ay içinde Meclis Başkanlığına sunar. Soruşturmanın bu sürede bitirilememesi halinde, komisyona bir aylık yeni ve kesin bir süre verilir.
Rapor Başkanlığa verildiği tarihten itibaren on gün içinde dağıtılır ve dağıtımından itibaren on gün içinde Genel Kurulda görüşülür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. Yüce Divan yargılaması üç ay içinde tamamlanır, bu sürede tamamlanamazsa bir defaya mahsus olmak üzere üç aylık ek süre verilir, yargılama bu sürede kesin olarak tamamlanır.
Bu kişilerin görevde bulundukları sürede, görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçlar bakımından, görevleri bittikten sonra da beşinci, altıncı ve yedinci fıkra hükümleri uygulanır.
Yüce Divanda seçilmeye engel bir suçtan mahkûm edilen Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakanın görevi sona erer.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, görevleriyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır.
Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
MADDE 11 – 2709 sayılı Kanunun 116 ncı maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“H. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesi
MADDE 116 – Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.
Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.
Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.
Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Cumhurbaşkanının yetki ve görevleri, yeni Meclisin ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar devam eder.
Bu şekilde seçilen Meclis ve Cumhurbaşkanının görev süreleri de beş yıldır.”
MADDE 12 – 2709 sayılı Kanunun 119 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve kenar başlıkları metinden çıkarılmıştır.
“III. Olağanüstü hal yönetimi
MADDE 119 – Cumhurbaşkanı; savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.
Olağanüstü hal ilanı kararı, verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır; Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü halin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir.
Cumhurbaşkanının talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi her defasında dört ayı geçmemek üzere süreyi uzatabilir. Savaş hallerinde bu dört aylık süre aranmaz.
Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir.
Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin onyedincifıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur.
Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.”
MADDE 13 – 2709 sayılı Kanunun 142 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Disiplin mahkemeleri dışında askerî mahkemeler kurulamaz. Ancak savaş halinde, asker kişilerin görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askerî mahkemeler kurulabilir.”
MADDE 14 – 2709 sayılı Kanunun 159 uncu maddesinin başlığı ile birinci ve dokuzuncu fıkralarında yer alan “Yüksek” ibareleri madde metninden çıkarılmış; iki, üç, dört ve beşinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; altıncı fıkrasında yer alan “asıl” ibaresi madde metninden çıkarılmış; dokuzuncu fıkrasında yer alan “kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere” ibaresi “kanun ve diğer mevzuata” şeklinde değiştirilmiştir.
“Hâkimler ve Savcılar Kurulu onüç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır.
Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.
Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir.
Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki otuz gün içinde yapılır. Seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden otuz gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır.”
MADDE 15 – 2709 sayılı Kanunun 161 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“A. Bütçe ve kesinhesap
MADDE 161 – Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır.
Malî yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.
Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe Komisyonunda görüşülür. Komisyonun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.
Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini her bütçenin görüşülmesi sırasında açıklarlar, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar.
Genel Kurulda kamu idare bütçeleri ile değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.
Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek tutarın sınırını gösterir. Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa hüküm konulamaz.
Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik teklifleri ile carî ve izleyen yılların bütçelerine malî yük getiren tekliflerde, öngörülen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi zorunludur.
Merkezî yönetim kesinhesap kanunu teklifi, ilgili olduğu malî yılın sonundan başlayarak en geç altı ay sonra Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Sayıştay genel uygunluk bildirimini, ilişkin olduğukesinhesap kanun teklifinin verilmesinden başlayarak en geç yetmişbeş gün içinde Meclise sunar.
Kesinhesap kanunu teklifi ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca sonuçlandırılamamış denetim ve hesap yargılamasını önlemez ve bunların karara bağlandığı anlamına gelmez.
Kesinhesap kanunu teklifi, yeni yıl bütçe kanunu teklifiyle birlikte görüşülür ve karara bağlanır.”
MADDE 16 – 2709 sayılı Kanunun;
A) 8 inci maddesinde yer alan “ve Bakanlar Kurulu”; 15 inci maddesinin birinci fıkrasında, 17 nci maddesinin dördüncü fıkrasında ve 19 uncu maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “, sıkıyönetim”; 88 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu ve”, ikinci fıkrasında yer alan “tasarı ve”; 93 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “, doğrudan doğruya veya Bakanlar Kurulunun istemi üzerine,”; 125 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şuranın kararları yargı denetimi dışındadır. Ancak,” ve altıncı fıkrasında yer alan “sıkıyönetim,”; 148 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “, sıkıyönetim”, altıncı fıkrasında yer alan “, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” ve “Yüksek”, yedinci fıkrasında yer alan “ile Jandarma Genel Komutanı”; 153 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “tasarı veya”; 154 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Yüksek”; 155 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları,” ve “tüzük tasarılarını incelemek,”, üçüncü fıkrasında yer alan “Yüksek” ibareleri madde metinlerinden çıkarılmıştır.
B) 73 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Bakanlar Kuruluna” ibaresi “Cumhurbaşkanına”; 78 inci maddesinin başlığı “D. Seçimlerin geriye bırakılması ve ara seçimler”; 117 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu” ibaresi “Cumhurbaşkanı”; 118 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan yardımcıları,” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcıları,”, “Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından” ibaresi “Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanlarından”, üçüncü fıkrasında yer alan “Bakanlar Kuruluna” ibaresi “Cumhurbaşkanına”, “Bakanlar Kurulunca” ibaresi “Cumhurbaşkanınca”, dördüncü fıkrasında yer alan “Başbakan” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcıları”, beşinci fıkrasında yer alan “Başbakanın” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcısının”, altıncı fıkrasında yer alan “kanunla” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle”; 123 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak” ibaresi “kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle”; 124 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başbakanlık” ibaresi “Cumhurbaşkanı” ve “tüzüklerin” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin”; 127 nci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulunun” ibaresi “Cumhurbaşkanının”; 131 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ve Bakanlar Kurulunca” ibaresi “tarafından”; 134 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başbakanlığa” ibaresi “Cumhurbaşkanının görevlendireceği bakana”; 137 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “tüzük” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi”; 148 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kanun hükmünde kararnamelerin” ibareleri “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin”, altıncı fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu üyelerini” ibaresi “Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları”; 149 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “oniki” ibaresi “on”; 150 nci maddesinde yer alan “kanun hükmündeki kararnamelerin” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin” ve “iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi” ibaresi “Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve”; 151 inci maddesi ile 153 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “kanun hükmünde kararname” ibareleri “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi”; 152 nci maddesinin birinci fıkrası ile 153 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “kanun hükmünde kararnamenin” ibareleri “Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin”; 158 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “adli, idari ve askeri” ibaresi “adli ve idari”; 166 ncı maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “hükümete” ibaresi “Cumhurbaşkanına”; 167 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kuruluna” ibaresi “Cumhurbaşkanına” şeklinde değiştirilmiştir.
C) 89 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “geri gönderilen kanunu” ibaresinden sonra gelmek üzere “üye tamsayısının salt çoğunluğuyla” ve 117 nci maddesinin üçüncü fıkrasının başına “Cumhurbaşkanınca atanan” ibareleri eklenmiştir.
Ç) 108 inci maddesinin birinci fıkrasına “inceleme,” ibaresinden önce gelmek üzere “idari soruşturma,” ibaresi eklenmiş; ikinci fıkrasında yer alan “Silahlı Kuvvetler ve” ibaresi madde metninden çıkarılmış; üçüncü fıkrasında yer alan “üyeleri ve üyeleri içinden Başkanı, kanunda belirlenen nitelikteki kişiler arasından,” ibaresi “Başkan ve üyeleri,” şeklinde ve dördüncü fıkrasında yer alan “kanunla” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle” şeklinde değiştirilmiştir.
D) 146 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “onyedi” ibaresi “onbeş” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrasında yer alan “, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” ibaresi ile dördüncü fıkrasında yer alan “, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi” ibareleri madde metninden çıkarılmıştır.
E) 82 nci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi, 96 ncı maddesinin ikinci fıkrası, 117 nci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları, 127 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi, 150 nci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile 91, 99, 100, 102, 107, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 120, 121, 122, 145, 156, 157, 162, 163 ve 164 üncü maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 17 – 2709 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 21 – A) Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27’nci Yasama Dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi 3/11/2019 tarihinde birlikte yapılır. Seçimin yapılacağı tarihe kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Meclisin seçim kararı alması halinde, 27’nci Yasama Dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.
B) Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Kanunla yapılan değişikliklerin gerektirdiği Meclis İçtüzüğü değişikliği ile diğer kanuni düzenlemeleri yapar. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtilen değişiklikler ise Cumhurbaşkanının göreve başlama tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir.
C) Anayasanın 159 uncu maddesinde yapılan düzenlemeye göre Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyeleri en geç otuz gün içinde seçilirler ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki kırkıncı günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar. Başvurular, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon on gün içinde her bir üyelik için üç adayı üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada üçte iki çoğunlukla seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci ve üçüncü oylamalar yapılır; bu oylamalarda üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun oyunu alan aday seçilmiş olur. Beşte üç çoğunluğun sağlanamaması halinde üçüncü oylamada en çok oyu almış olan, seçilecek üyelerin iki katı aday arasından ad çekme usulü ile üye belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu aynı usul ve nisapları gözeterek onbeş gün içinde seçimi tamamlar. Mevcut Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri, yeni üyelerin göreve başlayacağı tarihe kadar görevlerine devam eder ve bu süre içinde yürürlükteki Kanun hükümlerine göre çalışır. Yeni üyeler, ilgili kanunda değişiklik yapılıncaya kadar mevcut Kanunun Anayasaya aykırı olmayan hükümleri uyarınca çalışır. Görevi sona eren ve Hâkimler ve Savcılar Kuruluna yeniden seçilmeyen üyelerden, talepleri halinde adli yargı hâkim ve savcıları arasından seçilenler Yargıtay üyeliğine, idari yargı hâkim ve savcıları arasından seçilenler Danıştay üyeliğine Hâkimler ve Savcılar Kurulunca seçilir; öğretim üyeleri ve avukatlar arasından seçilenler ise Danıştay üyeliğine Cumhurbaşkanınca atanır. Bu şekilde yapılan seçim ve atamalarda boş kadro olup olmadığına bakılmaz, seçilen ve atanan üye sayısı kadar Yargıtay ve Danıştay kadrolarına üye kadrosu ilave edilir.
D) Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmiş bulunan kişilerin herhangi bir sebeple görevleri sona erene kadar üyelikleri devam eder.
E) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve askerî mahkemeler kaldırılmıştır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört ay içinde; Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından Başkan, Başsavcı, İkinci Başkan ve üyeleri ile diğer askerî hâkimler (yedek subaylar hariç) tercihleri ve müktesepleri dikkate alınarak;
a) Hâkimler ve Savcılar Kurulunca adli veya idari yargıda hâkim veya savcı olarak atanabilirler.
b) Aylık, ek gösterge, ödenek, yargı ödeneği, ek ödeme, malî, sosyal hak ve yardımlar ile diğer hakları yönünden emsali adli veya idari yargıya mensup hâkim ve savcılar, bunların dışındaki hak ve yükümlülükler yönünden ise bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihteki mevzuat hükümleri uygulanmaya devam edilmek suretiyle Millî Savunma Bakanlığınca mevcut sınıflarında, Bakanlık veya Genelkurmay Başkanlığının hukuk hizmetleri kadrolarına atanırlar. Bunlardan, emeklilik hakkını elde edenlerden yaş haddinden önce bu görevlerden kendi istekleriyle ayrılacaklara ödenecek tazminata ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.
Kaldırılan askerî yargı mercilerinde görülmekte olan dosyalardan; kanun yolu incelemesi aşamasında olanlar ilgisine göre Yargıtay veya Danıştaya, diğer dosyalar ise ilgisine göre görevli ve yetkili adli veya idari yargı mercilerine dört ay içinde gönderilir.
F) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan yönetmelikler ile diğer düzenleyici işlemler yürürlükten kaldırılmadıkça geçerliliğini sürdürür. Yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler hakkında 152 nci ve 153 üncü maddelerin uygulanmasına devam olunur.
G) Kanunlar ve diğer mevzuat ile Başbakanlık ve Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler, ilgili mevzuatta değişiklik yapılıncaya kadar Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır.
H) Anayasanın 67 nci maddesinin son fıkrası hükmü, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra birlikte yapılacak ilk milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından uygulanmaz.”
MADDE 18 – Bu Kanun ile Anayasanın;
a) 8, 15, 17, 19, 73, 82, 87, 88, 89, 91, 93, 96, 98, 99, 100, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113 üncü maddelerinde yapılan değişiklikler ile 114 üncü maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının ilgaları yönünden, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124 ve 125 inci maddelerinde yapılan değişiklikler ile 127 nci maddenin son fıkrasına dair değişiklik; 131, 134, 137 nci maddelerinde yapılan değişiklikler ile 148 inci maddenin birinci fıkrasındaki değişiklik ile altıncı fıkrasındaki “Bakanlar Kurulu üyelerini” ibaresine dair değişiklik, 150, 151, 152, 153, 155 inci maddenin ikinci fıkrası, 161, 162, 163, 164, 166 ve 167 nci maddelerinde yapılan değişiklikler ile geçici 21 inci maddenin (F) ve (G) fıkraları, birlikte yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının göreve başladığı tarihte,
b) 75, 77, 101 ve 102 nci maddelerinde yapılan değişiklikler, birlikte yapılacak ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin takvimin başladığı tarihte,
c) Değiştirilen diğer hükümleri ile 101 inci maddesinin son fıkrasında yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir” ibaresinin ilgası bakımından yayımı tarihinde,
yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.
10/02/2017